Amaç: Bu çalışma cerrahi işlem geçiren hastaların ameliyat öncesi eğitim alma durumlarını belirlemek ve hasta doyumu düzeyi ile karşılaştırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı, kesitsel türdeki bu araştırmanın evrenini bir özel hastanede cerrahi kliniklerde yatan hastalar, örneklemini ise örnekleme alınma ölçütlerine uyan 246 hasta oluşturmuştur. Veriler, araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu ve Görsel Analog Hasta Tatmini Skalası kullanılarak toplanmıştır. Veriler tanımlayıcı istatistiklerle birlikte Mann-Whitney U testi, Kruskal-Wallis H testi, Tamhane’s T2 testi ve ROC analizi: Kesme noktası testleriyle analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmada hastaların ve yakınlarının %95,5’inin ameliyat öncesi eğitim aldıkları, %79,3’ünün hekimden bilgi aldığı ve %88,2’inin sadece sözlü olarak bilgi aldığı saptanmıştır. Hastaların en çok ameliyat öncesi yapılacak tetkikler (%91,9), ameliyat akışı (%83,3), uygulanacak anestezi türü (%81,7), ameliyat sonrası alınacakları yer (%68,7), ameliyata hazırlanma (%69,1) konularında bilgi aldıkları bulunmuştur. Hastaların en az bilgi aldıkları konular ise, ameliyat sonrası erken hareketin (mobilizasyonun) önemi (%7,3) ve uygulanacak egzersizler (solunum, öksürük, yatak içi egzersizler) (%2,8) olarak belirlenmiştir. Hasta doyumu puan ortalaması 7,66 (SS=1,8) olarak orta düzeyin üzerinde bulunmuştur. Hastaların ameliyat öncesi eğitim alma durumları ve aldıkları eğitimin kapsamı ile doyum puanları arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,001; p<0,01). Sonuç: Araştırma sonucuna göre cerrahi hemşirelerinin ameliyat öncesi hasta eğitim etkinliklerinin kapsamlı ve etkili olabilmesi için, eğitim süreci aşamaları doğrultusunda, kanıta dayalı protokoller oluşturarak çok disiplinli bir yaklaşımla planlı ve sistemli bir şekilde uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Aim: This study was carried out to determine the preoperative education status of patients undergoing surgical procedure and to compare it with the level of patient satisfaction. Method: The population of this descriptive, cross-sectional study consisted of patients hospitalized in surgical clinics in a private hospital and the sample consisted of 246 patients who met the inclusion criteria. Data were collected using a questionnaire developed by the researchers and the Visual Analog Patient Satisfaction Scale. Data were analysed with descriptive statistics and Mann Whitney U test, Kruskal-Wallis H test, Tamhane's T2 test and ROC analysis: cut-off point test. Results: In the study, it was found that 95.5% of the patients and theirrelatives received preoperative education, 79.3% received information from the physician and 98.8% received information only verbally. It was found that patients received the most information about the preoperative tests (91.9%), the flow of surgery (83.3%), the type of anesthesia to be administered (81.7%), the place where they would be taken after surgery (68.7%), and preparation for surgery (69.1%). The least informed subjects were the importance of early mobilization after surgery (7.3%) and the exercises to be applied (breathing, cough, in-bed exercises) (2.8%). The mean patient satisfaction score was found to be 7.66 (SD=1.8), which is above the moderate level. A statistically significant difference was found between the preoperative education status of the patients and the scope of the education and satisfaction scores (p<0.001; p<0.01). Conclusion: According to the results of the study, it was concluded that in order for the preoperative patient education activities of surgical nurses to be comprehensive and effective, they should be implemented in a planned and systematic manner with a multidisciplinary approach by creating evidence-based protocols in line with the stages of the education process.
Amaç: Bu sistematik derlemede, tele sağlık uygulamalarının sağlık yönetiminde maliyet etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma, Pubmed, Cochrane, Science Direct, ProQuest Central, Dergipark, Ebscohost veri tabanlarından yararlanılarak gerçekleştirilmiştir. PİCOS ölçütlerine uyan “sağlık hizmetleri yönetimi, hemşirelik yönetimi, tele sağlık ve maliyet” anahtar sözcükleri kullanılmış, 11 makale PRISMA-P kontrol listesi ile irdelenmiştir. Bulgular: Yedi ülkede, 48-509.427 hasta, dört toplum sağlığı merkezi, 20 sağlık tesisi ve 550 hastanenin sağlık yönetiminde, en az altı hafta, en fazla bir yıl süresinde, tele sağlık uygulamalarından yedi telefon, bir giyilebilir cihaz ve dört ulusal Elektronik Sağlık Kayıt Sistemi (ESKS) olmak üzere, 11 farklı tele sağlık uygulaması kullanılmıştır. Tele sağlık uygulamalarının; altı çalışmada sağlık bakım maliyetini, bir çalışmada toplumsal maliyeti, bir çalışmada tesis sermayesi ve tekrarlayan maliyeti ve bir çalışmada artımlı maliyet etkinlik oranını azalttığı, beş çalışmada maliyet etkili olduğu, iki çalışmada maliyet yarar sağladığı belirtilmiştir. Sonuç: Tele sağlık uygulamaları, sağlık yönetiminde maliyet etkililik, maliyet yarar ve bakım maliyetinde etkili sonuçlar vermektedir. Tüm sağlık kurum/kuruluşlarına, telefon ve ulusal ESKS ile maliyet analiz tekniklerinin kullanılması durumunda, sağlık ve hemşirelik yöneticileriyle, politikacılara önemli katkı sağlanacaktır.
Aim: In this systematic review, it is aimed to examine the effect of telehealth applications on the cost of health management. Method: All articles were taken from the databases of Pubmed, Cochrane, ScienceDirect, ProQuest Central, Dergipark, Ebscohost without any year coverage. A total of 11 results with English and Turkish keywords that meet the PICOS criteria were included in the evaluation. The PRISMA-P checklist was used in the compilation of the systematic encryption protocol and in the article writing. Results: While cost-effectiveness, cost-benefit (number of nurses, Charlson comorbidity index, quality-adjusted life expectancy(QALY), disability-adjusted life-year(DALY)) predominate with telehealth applications, health care management, facility capital, and incremental cost-effectiveness rate has decreased. There is no 2 difference during the reduction of cost benefits (cost of admission to hospital, cost of hospitalization, cost of death after drug treatment and harm prevented by vaccination, hospital resource use, hospital resource use, hospital stay and waiting time) with telehealth applications. Conclusion: Telehealth applications health management costs were oriented in effectiveness, cost benefit and cost of care. If telehealth applications are integrated in all health departments, especially in the digital hospitals of the Ministry of Health, it will make significant contributions to health and care management about care costs.
Amaç: Sağlık sistemleri, maliyet etkin ve daha erişilebilir sağlık hizmeti sunma yolları arayışındadır. Uzaktan sağlık hizmetlerinin sunumu, sağlık sistemlerinin önemli bir bileşeni haline gelmektedir. Coğrafi kısıtlamaların yükünü hafifletebileceği, hizmet üretim maliyetini azaltabileceği ve bekleme sürelerini kısaltabileceği için Türkiye gibi birçok ülkede, uzaktan sağlık hizmeti sunumunu sağlık hizmetlerinin bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Ancak bu hizmetlerin etkinliği, toplum tarafından benimsenme düzeyine bağlı olmaktadır. Bu durum teknolojiye hazır bulunuşluk ve dijital sağlık okuryazarlığı ile açıklanabilecek bir ilişkiye odaklanılmasını gerektirmektedir. Ayrıca uzaktan sağlık hizmetlerini kullanma niyetini etkileyen etmenlerin değerlendirilmesi, sağlık yöneticileri ve politika yapıcılar için de oldukça önemlidir. Ancak bu alandaki çalışma ve bilgi düzeyi oldukça sınırlı olması nedeniyle bu çalışmada, teknolojiye hazır bulunuşluk ve dijital sağlık okuryazarlığının etkisi göz önünde bulundurarak, toplumun uzaktan sağlık hizmetlerini kullanma niyetinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmanın verileri, Türkiye'de yaşayan ve 18 yaş üstü bireylerden anket yöntemiyle toplanmıştır. Anket formu “Teknolojiye Hazır Bulunuşluk İndeksi ile Dijital Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği” ve araştırmacılar tarafından hazırlanmış olan beş maddelik “Uzaktan Sağlık Hizmetlerini Kullanma Niyeti” ölçeklerinden ve tanımlayıcı bilgilerden oluşmaktadır. Veriler yapısal eşitlik modellemesi yolu ile analiz edilmiştir. Bulgular: Yapısal eşitlik modellemesi sonuçları, teknolojiye hazır bulunuşluk modelinin boyutlarından yenilikçilik ve iyimserlik ile uzaktan sağlık hizmetlerini kullanma niyeti arasında anlamlı ve olumlu bir ilişki olduğunu, güvensizlik ve rahatsızlık boyutları ile arasında ise anlamlı bir ilişki olmadığını ortaya koymuştur. Dijital sağlık okuryazarlık düzeyi ile uzaktan sağlık hizmetlerini kullanma niyeti arasında da olumlu ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Sonuç: Çalışma, uzaktan sağlık hizmeti sunumunun, bu hizmetlerin yararlarını ve kolaylığını vurgulayarak toplum algısını olumlu yönde etkileyerek desteklenebileceğini savunmaktadır. Ayrıca dijital sağlık okuryazarlığı düzeyini artırmanın, uzaktan sağlık hizmetlerinin kullanımını ve etkinliğini artırmada etkili bir yolu olabileceği görülmüştür.
Aim: Health systems seek cost-effective and more accessible ways of healthcare provision. Remote provision of healthcare services is becoming a more important part of health systems. Because it might alleviate the burden of geographical constraints, cost of service production, and waiting times in the system. Many countries including Türkiye have made it a part of healthcare provision. However, the effectiveness of these services mostly depends on the adoption level of the population, which is strongly related to technology readiness and digital health literacy. Evaluating the factors that affect the intention to use remote healthcare services is crucial for health managers and policy makers. However, knowledge about these factors is limited. Therefore, this study aimed to explore the level of intention of the population to use remote healthcare services, considering the effect of technology readiness and digital health literacy. Method: The data were collected through a general survey from the population aged over 18 in Türkiye. The Technology Readiness Index 2.0, the Digital Health Literacy Scale, and a 5-item questionnaire created by the researchers measuring the intention to use remote healthcare services were included in the survey form with demographic variables. The data were analyzed using structural equation modeling. Results: The results of the structural equation modeling revealed that among the dimensions of the technology acceptance model, innovation and optimism were significantly and positively related to the intention to use remote healthcare services, while insecurity-discomfort had no significant relation. The digital health literacy level was also found to have a positive and significant relation with the intention to use remote healthcare services. Conclusion: The study showed that remote provision of healthcare services might be promoted by highlighting its benefits and ease of use, which will positively affect the perception of the population. Also, increasing the level of digital health literacy may be an effective way to enhance the usage and effectiveness of remote healthcare services.
Amaç: Tanımlayıcı ve kesitsel tipdeki çalışma, hemşirelerin görüşleriyle hastanelerde örgütsel güven düzeyini ve etkileyen faktörleri saptamak için yürütülmüştür. Yöntem: Araştırmanın evrenini, Trabzon il merkezindeki üniversite, özel ve kamu hastanelerinde çalışan tüm hemşireler oluşturmuştur (N=1881). Örneklemi, bu hastanelerden tabakalı örneklemle seçilen 319 hemşire oluşturmuştur. Veriler, bilgi formu ve “Örgütsel Güven Ölçeği” ile toplanmış yüzdelik, Kruskall Wallis ve Mann Whitney-U testleri ile analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmada, %81,2’si kadın, % 62,4’si lisans veya lisansüstü mezun, %58’i kamu hastanesinde çalışan ve %40,1’i 5 yıldan daha az mesleki deneyime sahip olan hemşirelerin, Örgütsel Güven Ölçeği puan ortalaması 4,08 (SS=0,66), alt boyut puan ortalamaları yöneticiye güven için 4,28 (SS=0,84), kuruma güven için 3,33 (SS=1,12) ve çalışma arkadaşlarına güven için 4,46 (SS=0,76) bulunmuştur. Hemşirelerin çalıştığı hastane, kendini güvende hissetmesi, kurumdan ayrılma niyeti ve kurumdan memnuniyetsizlikleri ile örgütsel güven ölçeği toplam puanı arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılıklar saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Hemşirelerin genel toplamda hastanelerine örgütsel güveni orta seviyededir. Yönetici hemşirelerle, deneyim yılı düşük ve iç hastalıkları kliniklerinde çalışan hemşireler hastanelerine daha çok güvenmektedir. Ayrıca kamu hastanesindeki hemşireler çalışma arkadaşlarına, üniversite hastanesindeki hemşireler hastanelerine ve yöneticilerine daha çok güvenmektedir.
Aim: This descriptive and cross-sectional study was conducted to determine the level of organizational trust in hospitals and the factors that affect it through the opinions of nurses. Method: The research population consisted of all nurses working in a university, private and public hospitals in Trabzon city center (N = 1881). The sample consisted of 319 nurses selected from these hospitals utilising stratified sampling. The data were collected using the information form and the "Organizational Trust Scale" and analyzed using percentage, Kruskall Wallis and Mann Whitney-U tests. Results: In the study, the average score on the Organizational Trust Scale of nurses, 81.2% of whom were women, 62.4% of whom had undergraduate or postgraduate degrees, 58% of whom worked in public hospitals and 40.1% of whom had less than 5 years of professional experience, was determined as follows: 4.08 (SD=0.66), subscale mean scores are 4.28 (SD=0.84) for trust in the manager, 3.33 (SD=1.12) for trust in the institution and 4.46 (SD=0.76) for trust in colleagues were found. Statistically significant differences were detected between the hospital where nurses worked, their feeling of safety, their intention to leave the institution and their dissatisfaction with the institution, and the total score of the organizational trust scale (p <0.05). Conclusion: Overall, nurses' organizational trust in their hospitals is at a medium level. Nurse manager and nurses with low years of experience and those working in internal medicine clinics have more trust in their hospitals. In addition, nurses in public hospitals trust their colleagues more, nurses in university hospitals trust their hospital and managers more.
Amaç: Çalışmanın amacı, hemşirelik fakültesi ve sağlık yüksekokulu öğrencilerinde gerilimle (stresle) ilişkili etmenlerin belirlenmesidir. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte tasarlanan araştırmanın katılımcıları bir devlet üniversitesinin hemşirelik fakültesi ve sağlık yüksekokulunda öğrenim gören 259 öğrenciden oluşmaktadır. Çalışmada veri toplama aracı olarak; kişisel bilgi formu, Algılanan Stres Ölçeği ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği kullanılmıştır. Araştırmanın verileri korelasyon, bağımsız gruplarda t-test, tek yönlü varyans analizi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmada, sigara içen öğrenciler, fiziksel, zihinsel sağlık algısı kötü olan ve günlük olarak uzun süre telefon kullanan öğrencilerin daha yüksek düzeyde gerilim yaşadıkları belirlenmiştir. Araştırmada, gerilim ile sosyal destek ve sosyal desteğin alt boyutları arasında anlamlı ilişkiler olmadığı belirlenmiştir. Sonuç: Sigara içen öğrenciler ile sağlık algısı olumsuz olan öğrencilerin gerilim düzeyi yüksek olmaktadır. Çalışmada, sosyal desteğin ve alt boyutlarının gerilim üzerine tampon etkisinin olmadığı belirlenmiştir.
Aim: The aim of the study is to determine factors related to stress in nursing faculty and health school students. Method: The participants of the descriptive and cross-sectional study consist of 259 students enrolled in the nursing faculty and health school in a public university. In the study, a personal information form, Perceived Stress Scale, and Multidimensional Perceived Social Support Scale were utilized. The data of the study were evaluated by correlation, independent samples t-test and one-way analysis of variance. Results: In the study, it was determined that students who smoke, those with poor physical and mental health perceptions, and those who use their phones for long periods of time on a daily basis experience higher levels of stress. In the research, it was determined that there are no significant relationships between stress and social support, as well as the sub-dimensions of social support. Conclusion: The stress levels are high in students who smoke and those with a negative health perception. In the study, it was determined that social support and its sub-dimensions did not have a buffering effect on stress.
Amaç: Bu çalışmada, günübirlik cerrahi uygulanan hastaların hemşirelik bakımının kalitesini değerlendirmesi ve hastaya ait etmenlerin algılanan bakımın kalitesine olan etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki çalışma Haziran 2021-Haziran 2022 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinin günübirlik cerrahi servisinde ameliyat olan 165 hasta ile yürütülmüştür. Araştırmanın verileri “Kişisel Bilgi Formu”, “Kaliteli Perioperatif Hemşirelik Bakım Skalası” ve “Görsel Kıyaslama Ölçeği” ile toplanmıştır. Verilerin analizinde; tanımlayıcı istatistikler (frekans, yüzde, ortalama, standart sapma), bağımsız gruplarda t-testi, tek yönlü varyans testleri kullanılmıştır. Bulgular: Hastaların “Kaliteli Perioperatif Hemşirelik Bakım Skalası” toplam ölçek puan ortalaması 128,80 (11,86) olarak ortalamanın üzerinde bulunmuştur. Katılımcıların çoğu kadın (%94,6), evli (%100) ve kadın hastalıkları cerrahisi işlemi (%92,3) uygulanmıştır. Katılımcıların %94,6’sında ameliyat sonrası dönemde komplikasyon gelişmediği ve ek tedavi gereksinimi olmadığı bulunmuştur. Hastaya ait etmenler ile cerrahi ve anestezi ile ilişkili etmenlerin algılanan bakımın kalitesi üzerine etkisinin olmadığı saptanmıştır. Sonuç: Hastaların algıladıkları hemşirelik bakım kalitesinin ortalamanın üzerinde olduğu bulunmuştur. Bu doğrultuda ameliyat öncesi cerrahi ve anestezi hakkında bilgilendirme yapılmasının ve ameliyat sonrası erken dönem komplikasyon gelişmemiş olmasının algılanan hemşirelik bakımının kalitesine etkisinin olabileceği kanısına varılmıştır.
Aim: This study aimed to evaluate the quality of nursing care for patients undergoing day surgery and to determine the impact of patient factors on the perceived quality of care. Method: The descriptive study was conducted with 165 patients who underwent surgery in the outpatient surgery service of a university hospital between June 2021 and June 2022. The data of the study were collected with the "Personal Information Form", "Quality Perioperative Nursing Care Scale" and "Visual Comparison Scale". Data were analyzed with descriptive statistics (frequency, percentage, mean, standard deviation), independent samples t-test, and one-way variance tests. Results: The patients' "Quality Perioperative Nursing Care Scale" total scale score average was found to be 128.80±11.86. The majority of participants were women (94.6%), married (100%), and underwent gynaecology surgery (92.3%). It was found that 94.6% of the participants did not develop complications in the postoperative period and did not require additional treatment. It was determined that patient-related factors, surgery and anaesthesia-related factors had no effect on the perceived quality of care. Conclusion: It was concluded that the quality of nursing care perceived by the patients was above average. In this context, it has been concluded that providing information about preoperative surgery and anaesthesia, and ensuring the absence of early postoperative complications, may have an impact on the perceived quality of nursing care.
Amaç: Çalışmanın amacı, sağlık sektöründe hizmet kalitesine ve hizmet kalitesini ölçmeye doğrudan etkisi olan hemşirelerin sağlıkta kalite algılarını belirlemektir. Yöntem: Bu çalışma tanımlayıcı ve kesitsel tasarımdadır. Araştırmanın evrenini, bir şehir hastanesine bağlı Onkoloji Hastanesinde görev yapan 560 hemşire, örneklemini ise örneklem seçimi yapılmadan rastgele örnekleme ile 256 hemşire oluşturmuştur. Araştırma verilerinin toplanmasında, “Hemşireleri Tanımaya İlişkin Bilgi Formu” ve “Kalite Algısı Ölçeği” kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin, Kalite Algı Ölçeği toplam puan ortalaması 67,00 (SS=17,53) bulunurken, en yüksek puan ortalamasının çalışan yararı alt boyutunda, en düşük puan ortalamasının ise insan kaynakları kullanımı alt boyutunda olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin cinsiyet, medeni durum, çalıştığı klinik, kalite ile ilgili eğitim alma durumu ve kaliteye ilişkin alınan eğitimin türü ile ölçek puan ortalamaları arasında anlamlı farklılıklar olduğu saptanmıştır. Sonuç: Çalışmada hemşirelerin kalite algısının yüksek olduğu belirlenirken, hemşirelerin kalite algısını belirleyen bu çalışmanın sonuçlarının kalite uygulamalarına katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Hemşirelerin sağlıkta kaliteye olan bakış açılarının değiştirilmesi ve kalite algılarının arttırılmasında kalite ile ilgili hizmet içi eğitimlere önem verilmesi önerilmektedir.
Aim: The aim of the study was to determine the perceptions of nurses, who have a direct impact on service quality and measurement of service quality in the health sector, on quality in health. Method: The population of the descriptive and cross-sectional study consisted of 560 nurses working in Oncology Hospital within a city hospital and the sample consisted of 256 nurses who accepted to participate in the study by random sampling without sample selection. The data were collected using the “Data Collection Form for Nurses” and “Quality Perception Scale”. Results: The mean total score of the Quality Perception Scale of the nurses participating in the study was 67.00 (SD=17.53). The highest mean score was found in the “Institutional Benefits” sub-dimension and the lowest mean score was found in the “Human Resources Utilization” sub-dimension. Significant differences were found with the gender, marital status, the clinic where the nurses worked, the status of receiving training on quality and the type of training received on quality. Conclusion: In the study, it was determined that the quality perception of nurses was high. It is thought that the results of this study revealing the quality perception of nurses will contribute to quality practices. It is recommended that in-service trainings related to quality be provided to change nurses' perspectives on quality in health and to increase their perception of quality.
Amaç: Çalışma, hemşirelerin örgütsel adalet algısını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma bir kamu eğitim ve araştırma hastanesinde çalışan 145 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, bilgi formu ve Örgütsel Adalet Algısı Ölçeği (ÖAAÖ) kullanılarak toplanmış; yüzde, ortalama, bağımsız gruplarda t-testi ve Mann Whitney-U testi ile analiz edilmiştir. Bulgular: Hemşirelerin %60,3’ü 20-30 yaş aralığında, %69’u üniversite mezunudur. %61,7si hemşire olmaktan, %71,6’si çalıştığı servisten, %71’i klinik sorumlu hemşiresinden memnundur %66,2’si klinik sorumlu hemşiresinin adaletli olduğunu, %72,4’ü çalışma hayatında kendisine adaletsiz davranıldığını düşünmektedir. Hemşirelerin ÖAAÖ toplam puanı 64,86 (SS=13,85) dir. Çalıştığı servisten ve klinik sorumlu hemşiresinden memnun olan, klinik sorumlu hemşiresinin adaletli olduğunu düşünen, çalışma yaşamında kendisine adil davranıldığını düşünen hemşirelerin ÖAAÖ puanlarında anlamlılık bulunmuştur. Sonuç: Hemşirelerin örgütsel adalet algısı ile çalışılan klinik ve sorumlu hemşireden memnun olmak ve olumsuz deneyimler arasında anlamlılık vardır.
Aim: To determine nurses’ Organizational Justice Perception (OJP). Method: This descriptive study was conducted with 145 nurses who worked at a public teaching- research hospital. The data were collected using Information Form and Organizational Justice Perception Scale (OJPS). Data was analyzed using percentage, mean, independent samples t-test and Mann Whitney-U test. Results: 60.3% were aged between 20 and 30 years and 69% had a bachelor’s degree. 61.7% were satisfied with being nurses, 71.6% were satisfied with their clinics/units and 71% were satisfied with the charge nurses. 66.2% considered their charge nurses to be just, but 72.4% believed that they were unjustly treated at work. OJPS score of the nurses was 64.86 (SD=13.85). The OJPS score was significant for nurses who were satisfied with the charge nurses and with their clinics/units and those who considered thier charge nurses to be just or nd believed that they were treated justly. Conclusion: Nurses’ OJP is significantly associated with being satisfied with clinic/unit, charge nurses and negative experiences.
Amaç: Bu çalışma, yönetici hemşirelerin eleştirel düşünme düzeylerine yaratıcı drama eğitiminin etkisini belirlemek amacı ile yapılmıştır. Yöntem: Ön test-son test tek gruplu yarı deneysel tasarımda olan çalışmanın evrenini İstanbul’da bulunan bir kamu hastanesinde çalışan yönetici hemşireler (N: 45), örneklemi ise araştırmaya katılımda gönüllü 32 yönetici hemşire oluşturmuştur. Örneklemin çalışma saatlerine uygun olarak yaratıcı drama yöntemi ile eğitim (8 saat, iki oturum) düzenlenmiştir. Veriler, “Tanıtıcı Bilgi Formu” ve “Hemşireler İçin Eleştirel Düşünme Ölçeği” kullanılarak toplanmış ve verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, bağımlı gruplarda t-testi ve iki yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Bulgular: Katılımcıların “Hemşireler İçin Eleştirel Düşünme Ölçeği” puan ortalaması eğitim öncesi (Ort.=364,39; SS=29,31) ile eğitim sonrası (Ort.=392,66; SS=25,47) karşılaştırıldığında anlamlı farklılık gösterdiği ve eğitimden sonra puan ortalamasının arttığı belirlenmiştir. Ayrıca ölçeğin tüm alt boyutlarında da eğitim sonrasında anlamlı olarak puan ortalamalarının yükseldiği saptanmıştır (p<0,05). Araştırmanın H1 hipotezi kabul edilmiştir. Yönetici hemşirelerin kişisel özelliklerinden medeni durum ve yaş ile mesleki özelliklerinden yönetici olarak çalışma süresi, kurumda çalışma süresi ve çalışılan birim özelliklerinin, ölçek alt boyutları arasında yer alan entelektüel, teknik ve bilişsel eleştirel düşünme düzeyleri arasında eğitim öncesi ve eğitim sonrası istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar belirlenmiştir (p<0,05). Eğitim durumu, hemşire olarak çalışma süresi, yaratıcı drama eğitimi alma özellikleri ile ölçek alt boyutları arasında eğitim öncesi ve eğitim sonrasında anlamlı farklılık bulunamamıştır (p>0,05). Sonuç: Çalışmada yaratıcı drama eğitiminin, yönetici hemşirelerin eleştirel düşünme becerileri üzerinde anlamlı artışlara neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Aim: This study aimed to determine the effect of creative drama education on the critical thinking levels of nurse managers. Method: The universe of the study consisted of nurse managers working in a public hospital in Istanbul (N: 45), and the sample comprised 32 volunteer nurse managers. The sample participated in education using the creative drama method (8 hours, two sessions) arranged according to their working hours. Data were collected using a "Descriptive Information Form" and the "Critical Thinking Scale for Nurses." Descriptive statistics, paired samples t-test, and two-way analysis of variance were used for data analysis. Results: There was a significant difference between the mean scores of nurse managers on the Critical Thinking Scale for Nurses before (mean=364.39; SD=29.31) and after (mean=392.66; SD=25.47) the education, indicating an increase in the mean score after the education. Additionally, significant increases were found in the mean scores of all subscales of the scale after the education (p<0.05). Hypotheses H1 of the study were accepted. Statistically significant differences were found between the pre- and post-education levels of intellectual, technical, and cognitive critical thinking levels among nurse managers based on their personal characteristics such as marital status and age, and professional characteristics such as duration of working as a manager, duration of working in the institution, and unit characteristics (p<0.05). However, no significant differences were found between the pre- and post-education levels of critical thinking subscales based on educational background, duration of working as a nurse, and characteristics of receiving creative drama education (p>0.05). Conclusion: The study concluded that creative drama education led to significant increases in critical thinking skills among nurse managers.
Amaç: Bu araştırma hemşirelerde algılanan örgütsel destek ile iş-aile çatışması arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacı ile tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Araştırmanın evrenini Eskişehir ilinde bulunan bir üniversite hastanesinde çalışan (N: 923) hemşire, örneklemini ise (N: 432) hemşire oluşturmuştur. Veriler “Kişisel Bilgi Formu”, “Algılanan Örgütsel Destek Ölçeği”, “İş-Aile Çatışması Ölçeği” ile toplanmıştır. Elde edilen veriler uygun istatistiksel programlar kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmada hemşirelerde “Algılanan Örgütsel Destek Ölçeği” genel puan ortalamasının “2,61 (SS=0,67)” ortalama değerin altında, “İş-Aile Çatışması Ölçeği” genel puan ortalamasının “3,41 (SS=0,82)” ortalama değerin altında olduğu saptanmıştır. Algılanan örgütsel destek ve iş aile çatışmasının, hemşirelerin yaş, meslekteki çalışma süresi, kurumdaki çalışma süresi, çalışma şekli ve haftalık çalışma saati değişkenlerine göre farklılık gösterdiği bulunmuştur. Hemşirelerde algılanan örgütsel destek ile iş-aile çatışması arasında negatif yönlü ve anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir (r=-0,39; p<0,05). Regresyon modeline göre algılanan örgütsel desteğin iş-aile çatışması üzerinde düşük düzeyde anlamlı etkisi bulunduğu saptanmıştır (B=-0.481; t=-8.86; p<0.05). Sonuç: Çalışmada, hemşirelerde algılanan örgütsel desteğin iş-aile çatışmasını azalttığı saptanmıştır. Bu doğrultuda sağlık organizasyonlarının iş-aile çatışmasını azaltmak için aile dostu ve bireysel talepleri göz ardı etmeyen destekleyici yönetim politikaları benimsenmesi önerilebilir.
Aim: This study was conducted descriptively with the aim of determining the relationship between perceived organizational support and work-family conflict among nurses. Method: The population of the study consisted of nurses working in a university hospital in Eskişehir province (N: 923), and the sample (N: 432) consisted of nurses. Data was collected using the "Personal Information Form", "Perceived Organizational Support Scale", and "Work-Family Conflict Scale." The collected data was analyzed using the appropriate statistical programs. Results: In the study, it was found that the overall mean score of the "Perceived Organizational Support Scale" in nurses was below the mean value of "2.61 (SD=0.67)", and the overall mean score of the "Work-Family Conflict Scale" was below the mean value of "3.41 (SD=0.82)". It was found that perceived organizational support and work-family conflict differed according to variables such as age, years of work experience in the profession, years of work experience in the institution, work type, and weekly working hours for nurses. A negative and significant relationship was found between perceived organizational support and work-family conflict among nurses (r=-0.39; p<0.05). According to the regression model, it was determined that perceived organizational support had a low-level significant effect on work-family conflict (B=-0.481; t=-8.86; p<0.05). Conclusion: It was found that perceived organizational support in nurses reduces work-family conflict. In this context, it is recommended that healthcare organizations adopt supportive management policies that are family-friendly and do not ignore individual demands in order to reduce work-family conflict.
Amaç: Bu araştırmanın amacı, hemşirelerin COVID-19 küresel salgın sürecinde güdülenme, özgecilik ve mesleğe bağlılık düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türdeki bu çalışma, Ocak 2021-Ocak 2022 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinde çalışan 241 hemşire ile yapılmıştır. Veriler, Hemşire Bilgi Formu, Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği, Özgecilik Ölçeği ve Hemşirelikte Mesleğe Bağlılık Ölçeği kullanılarak öz bildirime dayalı olarak toplanmıştır. Bulgular: Hemşirelerin Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği toplam puan ortalaması 66,56 (SS=10,70), Özgecilik Ölçeği toplam puan ortalaması 70,24 (SS=10,5) ve Hemşirelik Mesleğe Bağlılık Ölçeği toplam puan ortalaması 77,81 (SS=12,56) olarak belirlenmiştir. Hemşirelerin güdülenme ile özgecilik (p<0,01), güdülenme ve mesleğe bağlılık (p<0,001), özgecilik ve mesleğe bağlılık (p<0,001) puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Ayrıca Mesleğe Bağlılık Ölçeği'nin iki alt boyutu olan çaba gösterme istekliliği ve meslek üyeliğini sürdürmenin, güdülenme üzerinde anlamlı bir etkiye sahip olduğu bulunmuştur (p<0,001). Sonuç: Sonuç olarak, hemşirelerin güdülenme, özgecilik ve mesleğe bağlılık düzeylerinin ortalamanın üzerinde olduğu belirlenirken, güdülenme, özgecilik ve mesleğe bağlılık puanlarının birbiriyle ilişkili olduğu görülmüştür.
Aim: This study aimed to examine the relationship between the motivation, altruism and professional commitment levels of nurses during the COVID-19 pandemic. Method: This descriptive and correlational study was conducted with 241 nurses working in a university hospital between January 2021 and January 2022. Data were collected using the Nurse Information Form, Nurse Job Motivation Scale, Altruism Scale and Nursing Professional Commitment Scale based on self-report. Results: The nurses included in this study had an average score of 66.56 (SD=7.70) on the Nurses Job Motivation Scale, 70.24 (SD=10.5) on the Altruism Scale, and 77.81 (SD=12.56) on the Nursing Professional Commitment Scale. Statistically significant relationships were found between nurses’ motivation and altruism (p<0.01), motivation and professional commitment (p<0.001), altruism and professional commitment (p<0.001) scores. In addition, willingness to make an effort and maintaining professional membership, two sub-dimensions of professional commitment, were found to have a significant effect on motivation (p<0.001). Conclusion: As a result of the nurses’ motivation, altruism and professional commitment levels are above medium. The nurses’ motivation, altruism and professional commitment scores were related to each other.
Amaç: Bu araştırma, ameliyat sonrası erken dönemde cerrahi birimlerinde çalışan hemşirelerin bakım girişimlerini kaydetme durumlarını belirlemek amacıyla gerçekleştirmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan bu araştırma, Ekim–Kasım 2023 tarihleri arasında, İstanbul ilinde bulunan ve üçüncü basamak sağlık hizmeti veren üç eğitim araştırma hastanesinin cerrahi birimlerinde çalışan 221 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, hemşireleri tanıtıcı bilgi formu ile ameliyat sonrası hemşirelik girişimlerini gerçekleştirme ve kayıt etme formları aracılığıyla toplanmıştır. Bulgular: Cerrahi hemşirelerin ameliyat sonrası erken dönemde uyguladıkları girişimler arasında en fazla yaşam bulguları değerlendirme (%100), en az ise hastanın cilt sıcaklığı, nemi ve renk değerlendirmesi (%81,9) olduğu belirlenmiştir. Çalışmada, cerrahi hemşirelerin %100’ünün “ameliyat sonrası yaşam bulgularını izleme” ile “solunum değerlendirme ve gerekli ise oksijen desteği sağlama” girişimini uyguladığı ve her uygulamada kaydettikleri saptanmıştır. Diğer hemşirelik girişimlerinin uygulama sıklıkları arasında standart yaklaşımın olmadığı, ancak uygulamanın yapıldığı sıklık kadar kayıtın yapılmadığı belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmada, cerrahi hemşirelerinin, bakım girişimlerini uygulama ve kaydetme sıklıkları arasında eksiklikler bulunurken, hemşire gözlem formlarının cerrahi birimlere özel olması ve her girişim için kaydedilme alanının oluşturulması gereklidir.
Aim: This study was planned to determine the recording of care interventions by nurses working in surgical clinics in the early postoperative period. Method: This descriptive study was conducted between October and November 2023 with 221 nurses working in the surgical clinics of three training and research hospitals providing tertiary health care services in Istanbul province. Data were collected through the ‘sociodemographic data collection form’ and ‘performing and recording postoperative nursing interventions’ forms. Results: Among the interventions performed by surgical nurses in the early postoperative period, the most common was the assessment of vital signs (100%) and the least common was the assessment of the patient's skin temperature, humidity and colour (81.9%). In the study, it was determined that 100% of the surgical nurses applied the interventions of ‘monitoring postoperative vital signs’ and ‘respiratory assessment and providing oxygen support if necessary’ and recorded them in each application. It was determined that there was no standard between the application frequencies of other nursing interventions and that they were not recorded as often as the application was performed. Conclusion: Deficiencies were found in the frequency of application and recording of care interventions by surgical nurses. Nurse observation forms should be specialised for surgical clinics and a recording area should be created for each intervention.
Amaç: Bu araştırma, bir üniversite hastanesinde görev yapmakta olan yoğun bakım hemşirelerinin ölüm korkusu düzeyleri ile vicdan gerilimi ve merhamet yorgunluğu arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Araştırma 20.10.2022- 20.04.2023 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinde görev yapmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 113 yoğun bakım hemşiresinin katılımıyla yapılmıştır. Veriler; alan yazın doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan 24 soruluk “Bilgi Formu, Tanatafobi (Ölüm Korkusu) Ölçeği, Vicdan Stresi Ölçeği ve Merhamet Yorgunluğu Kısa Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Araştırmada verilerin normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilk ve Kolmogorov Smirnov testi ile değerlendirilmiştir. Verilerin karşılaştırılmasında Mann Whitney U testi ve Kruskal Wallis testi kullanılmış, değişkenler arasındaki ilişkinin incelenmesinde Pearson Korelasyon analizinden yararlanılmıştır. Çalışmada anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan yoğun bakım hemşirelerinin; %95,6’sının çalıştığı birimde ölüm olgusu ile karşılaştığı ve %54,9’unun bir ayda ortalama 3 ve üzeri ölüm olgusu gördüğü, %75,2’sinin terminal dönemdeki hastalara bakım verirken güçlük çekmediği, %53,1’inin ölüm korkusuna yönelik hizmet içi eğitim almak istediği, %32’sinin ilk defa ölüm olgusu ile karşılaştıkları zaman, %74’ünün ise şu an ölüm olgusu ile karşılaştıkları zaman bu durumu doğal karşıladığı görülmüştür. Ayrıca hemşirelerin; “Tanatafobi (Ölüm Korkusu) Ölçeği, Vicdan Stresi Ölçeği ve Merhamet Yorgunluğu Kısa Ölçeği” toplam puan ortalamaları sırasıyla 30,17 (SS=9,37), 56,32 (SS=47,94) ve 58,59 (SS=23,61) olarak belirlenmiştir. Sonuç: Bu araştırmada yoğun bakım hemşirelerinin; orta düzeyin üzerinde ölüm korkusu, orta düzeyde merhamet yorgunluğu ve düşük düzeyde vicdan stresi deneyimine sahip oldukları görülmüştür. Ayrıca hemşirelerin; yaşadıkları ölüm korkusu düzeyleri arttıkça merhamet yorgunluğu (p<0,001) ve vicdan gerilimi (p<0,05) duygularının arttığı belirlenmiştir.
Aim: This study was planned to investigate the relationship between tanataphobia levels, conscience stress and compassion fatigue in intensive care nurses working in a university hospital. Method: The study was conducted between 20.10.2022 and 20.04.2023 with the participation of 113 intensive care nurses working in a university hospital who agreed to participate in the study. Data were collected using a 24-question information form prepared by the researchers in the literature and the Tanataphobia (Fear of Death) Scale, the Stress of Conscience Questionnaire and the Compassion Fatigue-Short Scale. The conformity of the data to the normal distribution was assessed using the Shapiro-Wilk and Kolmogorov-Smirnov tests. The Mann Whitney U test and the Kruskal Wallis test were used to compare the data. The Pearson correlation analysis was used to examine the relationship between variables. Significance was evaluated at p<0.001 and p<0.05 levels. Results: It was found that 95.6% of the intensive care nurses who participated in the study encountered death cases in the unit where they worked, 54.9% saw an average of 3 or more death cases in a month, 75.2% had no difficulty in caring for patients in the terminal period, 53.1% wanted to receive in-service training on fear of death, 32% of them considered it natural when they encountered a case of death for the first time and 74% considered it natural when they encountered a case of death at the moment. In addition, the mean total scores of the nurses were 30.17 (SD=9.37), 56.32 (SD=47.94), and 58.59 (SD=23.61) on the Tanataphobia (Fear of death) Scale, the Stress of Conscience Questionnaire and the Compassion Fatigue-Short Scale, respectively. Conclusion: In this study, it was seen that intensive care nurses experienced fear of death above the medium level, compassion fatigue at medium level and conscience stress at low level. In addition, it was determined that the nurses' feelings of compassion fatigue (p<0.001) and conscience stress (p<0.05) increased as the level of fear of death they experienced increased.
Amaç: Çalışma, Sessiz İstifa ve Sessiz İşten Çıkarma Ölçeklerinin Türkçede geçerli ve güvenilir bir araç olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Bu çalışma metodolojik tasarımdadır. Araştırma, kamuya bağlı bir hastanede görev yapan hemşirelerden oluşan örneklem gurubundan, anket formunu eksiksiz şekilde doldurulup geri toplanan 320 veri üzerinde gerçekleştirilmiştir. Özgün ölçeği geliştiren yazardan gerekli izin alındıktan sonra çalışmanın verileri, “Hemşire Bilgi Formu, Sessiz İstifa Ölçeği ve Sessiz İşten Çıkarma Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Ölçeklerin değerlendirilmesinde kapsam geçerliği, yapı geçerliği, zamana karşı güvenirlik, iç tutarlık analizi ve madde toplam puan ortalamaları kullanılarak ölçeklerin geçerlilik ve güvenirliği analiz edilmiştir. Bulgular: Sessiz İstifa Ölçeği ve Sessiz İşten Çıkarma Ölçeği için KMO değerleri ve Bartlett testi değerleri anlamlı bulunmuştur. Her iki ölçek de birer faktör atında toplanmış olup açıklanan varyans değeri Sessiz İstifa Ölçeği ve Sessiz İşten Çıkarma Ölçeği için sırasıyla %56,61 ve %60,95 olarak belirlenmiştir. Sonuç: Bu çalışmada yürütülen geçerlik ve güvenirlik analizleri sonucunda “Sessiz İstifa ve Sessiz İşten Çıkarma Ölçeklerinin Türkçede geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olarak hemşireler için kullanılabileceği belirlenmiştir. Ölçeklerin farklı meslek gruplarındaki örneklemler üzerinde test edilerek kullanılması önerilebilir.
Aim: The aim of the study was to determine whether the Quiet Quitting Scale and Quiet Firing Scale are valid and reliable instruments in Turkish. Method: This study has a methodological design. The study was conducted on 320 data that were appropriately completed and collected from a sample of nurses working in a public hospital. Necessary permissions were obtained from the author who developed the original scale. Nurse Information Form, Quiet Quitting Scale and Quiet Firing Scale were used. The validity and reliability of the scale were analysed by using content validity, construct validity, reliability against time, internal consistency analysis and item total score averages. Results: KMO values and Bartlett's test values were found to be significant for the Quiet Quitting Scale and Quiet Firing Scale. These scales were grouped under one factor and the variance explained was 56.61% and 60.95%, respectively. Conclusion: As a result of the validity and reliability analyses conducted in this study, it was determined that the " Quiet Quitting Scale and Quiet Firing Scale” can be used as a valid and reliable tool in Turkish. It is recommended that the scales be used on samples from different occupational groups.
Giriş: Hızla gelişen bilgi ve teknoloji, sağlık bakım sistemlerinde yenilikçi iş davranışlarına sahip hemşirelerin istihdamını gerekli kılmaktadır. Hemşirelerin yenilikçilik davranışlarının görünür kılınması ise örgüte olan bağlılıklarının geliştirilmesi ile olanaklıdır. Amaç: Bu araştırmada, “Sosyal Mübadele Kuramı” doğrultusunda hemşirelerin örgütsel bağlılık düzeyleri ve yenilikçi iş davranışları arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı-ilişki arayıcı tasarımlı araştırma, Haziran-Temmuz 2022 tarihleri arasında İstanbul Avrupa yakasındaki hastanelerde çalışan 235 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Bireysel ve mesleki özellikler formu, Örgütsel Bağlılık Ölçeği ve Yenilikçi Davranış Ölçeği olmak üzere üç bölümden oluşan öz bildirime dayalı bir anket aracılığıyla veriler toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı testler, bağımsız gruplarda t-testi, tek yönlü varyans analizi, Pearson korelasyon analizi, basit ve çoklu doğrusal regresyon kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada, hemşirelerin örgütsel bağlılıklarının orta düzeyde (ortalama=2,97; SS=0,68) ve yenilikçi iş davranışlarının orta düzeyin üzerinde (ortalama=3,90; SS=0,72) olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin örgütsel bağlılık düzeyleri ve yenilikçi iş davranışları arasında olumlu yönlü, anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (r=0,20; p<0,05). Hemşirelerin örgütsel bağlılık düzeyi, yenilikçi iş davranışlarının %4’ünü açıklamıştır (F=9,758; p<0,01; R2=0,04). Örgütsel bağlılık düzeyinde meydana gelen bir puanlık artışın yenilikçi iş davranışlarını 0,215 puan artırdığı belirlenmiştir (B=0,215; p<0,01). Sonuç: Bu araştırmada, hemşirelerin örgütsel bağlılık düzeyleri yükseldikçe yenilikçi iş davranışlarının arttığı sonucuna ulaşılmıştır. Yönetici hemşirelerin, örgütsel bağlılığı artırmaya yönelik öncülleri belirlemesi, değerlendirmesi ve yenilikçi örgüt kültürünü geliştirmeye yönelik stratejiler planlaması önerilmektedir.
Background: Rapidly developing information and technology require the employment of nurses with innovative work behaviors in health care systems. Making nurses' innovative behaviors visible is possible by improving their commitment to the organization. Aim: This study aimed to determine the relationship between organizational commitment and innovative work behaviors within the framework of social exchange theory. Method: This study which was planned in a descriptive and cross-sectional design was conducted with 235 nurses working in hospitals on the European side of Istanbul between June and July 2022. Data were collected through a self-report-based survey consisting of three parts: individual and professional characteristics form, Organizational Commitment Scale, and Innovative Behavior Scale. Descriptive tests, independent groups t-test, one-way analysis of variance, Pearson correlation analysis, and simple and multiple linear regression were used to analyze the data. Results: It was determined that nurses' organizational commitment was at a medium level (Mean=2.97; SD=0.68) and their innovative work behavior was above a moderate level (Mean=3.90; SD=0.72). It was determined that there was a positive, significant relationship between nurses' organizational commitment levels and innovative work behaviors (r=0.20; p<0.05). Nurses' organizational commitment level explained 4% of their innovative work behaviors (F=9.758; p<0.01; R2=0.04). It was determined that a one-point increase in the organizational commitment level increased innovative work behaviors by 0.215 points (B=0.215; p<0.01). Conclusion: It was concluded that nurses' organizational commitment levels affected their innovative work behaviors. It is recommended that nurse managers identify and evaluate the antecedents to increasing organizational commitment and plan strategies to develop innovative organizational culture.
Amaç: Çalışmada hemşirelerde merhamet yorgunluğu ve bakım davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel tasarımdaki araştırmanın evrenini, 01.12.2022- 01.12.2023 tarihleri arasında İstanbul’da Sağlık Bakanlığına bağlı üç hastanede hizmet veren hemşireler oluşmaktadır (N: 1.620). Çalışma, araştırmaya katılmaya gönüllü 346 hemşire ile yürütülmüştür (n: 346). Verilerin toplanmasında; “Kişisel ve Mesleki Bilgiler, Merhamet Yorgunluğu- Kısa Ölçeği ve Bakım Davranışları Ölçeği- 30” kullanılmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, bağımsız gruplarda t testi, tek yönlü ANOVA testleri ve Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Katılımcıların %78,6'sının kadın, yaş ortalamasının 27,97 ve haftalık çalışma saatinin 47,22 olduğu, %83,5'inin vardiyalı çalıştığı, %33,5'inin kurumda çalışmaktan ve %13,0'ünün birimde çalışmaktan memnun olmadığı görülmüştür. Merhamet yorgunluğu ölçek puanı 60,62 (23,26), bakım davranışları ölçek puanı 159,37 (20,69) olarak saptanmıştır. Kadın katılımcılar ile çalıştığı alandan memnun olmayanların merhamet yorgunluğu, memnun olanların ise bakım davranışları puanlarının yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Merhamet yorgunluğu ve bakım davranışları ölçek ve alt boyut puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Haftalık çalışma saati ile merhamet yorgunluğu ve bakım davranışları ölçek puanları arasında olumlu yönde anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür (p<0,05). Sonuç: Bu çalışma sonucunda hemşirelerin merhamet yorgunluğunun orta düzeyde olduğu, kadınların ve çalıştığı birimden memnun olmayanların yüksek merhamet yorgunluğu yaşadığı ortaya konmuştur. Ayrıca haftalık çalışma saatinin merhamet yorgunluğu ve bakım davranışları üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Hastanelerde hemşirelerin memnuniyetini artırmak ve bakım kalitesini iyileştirmek adına çalışma ortamlarının iyileştirilmesi önerilmektedir.
Aim: The study aimed to examine the relationship between compassion fatigue and caring behaviors in nurses. Method: The population of the cross-sectional design research consists of nurses serving in three hospitals affiliated with the Ministry of Health in Istanbul between 01.12.2022 and 01.12.2023 (N: 1,620). The study was conducted with 346 nurses who volunteered to participate in the research (n: 346). Personal and Professional Information, Compassion Fatigue-Brief Scale, and Caring Behaviors Scale-30 were used. Descriptive statistics, independent groups t test, one-way ANOVA tests and Pearson correlation analysis were used to analyze the data. Results: It was determined that 78.6% of the participants were women, the average age was 27.97 and the weekly working hours were 47.22. It was observed that 83.5% of the participants worked in shifts, 33.5% were dissatisfied with working in the institution and 13.0% were dissatisfied with working in the unit. The compassion fatigue scale score was found to be 60.62 (23.26), and the caring behaviors scale score was 159.37 (20.69). It was determined that female participants and those who were dissatisfied with their field of work had high compassion fatigue scores, and those who were satisfied had high care behavior scores (p<0.05). There was no statistically significant relationship between compassion fatigue and caring behaviors scale and subscale scores. It was observed that there was a positive significant relationship between weekly working hours and compassion fatigue and caring behaviors scale scores (p<0.05). Conclusion: It was revealed that nurses' compassion fatigue was at a moderate level, and women and those who were dissatisfied with the unit they worked in experienced high compassion fatigue. Weekly working hours were found to be effective on compassion fatigue and caring behaviors. It is recommended to improve working environments in order to improve the quality of care.
Amaç: Çalışma, hemşirelik alanında yönetsel pozisyonlarda çalışan önder hemşirelerin zaman yönetimi hakkındaki deneyimlerini ve görüşlerini ortaya koymak ve hemşirelikte zaman kaybını önlemek için önerilerde bulunmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Çalışma, nitel araştırma yöntemiyle ve tanımlayıcı tasarımda gerçekleştirilmiştir. Çalışma, Rio de Janeiro, Brezilya’da, yönetsel pozisyonlarda çalışan 32 önder hemşirenin açık uçlu sorulara verdiği yanıtlara dayanmakta olup veriler, içerik analizi yöntemiyle değerlendirilmiştir. Bulgular: Veriler; (1) Hemşirelikte zaman yönetimini kolaylaştıran etmenler, (2) Hemşirelikte zaman yönetimini engelleyen etmenler, (3) Zamanın uygunsuz kullanımından dolayı bakımdaki aksamalar, (4) Diğer sağlık meslekleriyle ilişkili farklılıklar ve (5) Hemşirelikte zamanın en iyi şekilde yönetimi için alınması gereken önlemler olmak üzere beş tema altında değerlendirilmiştir. Sonuç: Hemşire eksikliği, artan iş yükü, beklenmedik olayların araya girmesi, düzensizlik ve dikkat dağıtıcı durumlar, zaman yönetimini engelleyen etmenler olarak belirtilmiştir. Katılımcıların kendilerini değersiz hissetmeleri, düşük maaş alıyor olmaları ve geçimlerini sağlamak için birden fazla iş yerinde çalışmak zorunda kalmaları gibi etkenler, zamanın etkili bir şekilde yönetilmesini tehdit ederek, bakım kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Aim: To describe the experiences and opinions of nurses in leadership positions about time management and provide recommendations to avoid wasting time in the nursing field. Method: This is a qualitative descriptive study. It involved self-descriptions of open-ended questions of 32 nurses in leadership positions from Rio de Janeiro, Brazil. Data were interpreted through content analysis. Results: Data were organized into five themes: (1) Factors that facilitate time management in nursing, (2) Factors that hinder time management in nursing, (3) Impairments to care due to inappropriate use of time, (4) Differences in relation to other health professions, and (5) Measures for optimizing time management in nursing. Conclusion: Nursing shortages, work overload, intercurrences, disorganization, and distractions are barriers to managing time. Nurse participants feel undervalued, have low salaries, and need to have more than one job to maintain themselves, and all these factors are obstacles to the adequate allocation of time that threaten the quality of care.
Amaç: Bu çalışma, yeni mezun hemşirelerin yaşadığı gerçeklik şokunun iş stresini ve işten ayrılma niyetini etkileyip etkilemediğini belirlemeyi amaçlamaktadır. Yöntem: Tanımlayıcı, çok merkezli ve kesitsel bir çalışma. Çalışma, 238 yeni mezun hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Veriler Ocak 2023 ile Nisan 2023 tarihleri arasında “Gerçeklik Şoku, İş Stresi ve Ayrılma Niyeti Ölçekleri” kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Başka bir kurumda çalışmış olan hemşirelerin, çalışmayanlara oranla, klinik rehberlik, kurum içi uyum ve birim içi uyum eğitimi alan hemşirelerin almayanlara oranla gerçeklik şoku düzeyleri daha düşük olup istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Klinik rehberlik alan hemşirelerin, almayanlara oranla işten ayrılma niyeti ve iş stresi puanı daha düşük olup istatistiksel olarak anlamlı belirlenmiştir (p<0,05). Gerçeklik şoku ölçeğinin sorumluluklar alt boyutu, işten ayrılma niyetindeki toplam varyansın %10,5'ini açıklamıştır (F=3,347, p<0,01). Gerçeklik şoku ölçeğinin ilişkiler ve iş birliği alt boyutu ile sorumluluklar alt boyutu iş stresindeki toplam varyansın %24,9'unu açıklamıştır (F=10,906, p<0,01). Sonuç: Yeni mezun hemşirelerin geçiş sürecinde yaşadıkları gerçeklik şoku azaltılmalı, daha etkili bir geçiş sağlayacak stratejiler geliştirilmelidir.
Aim: This study aims to identify whether reality shock experienced by newly graduated nurses affects job stress, and turnover intention. Method: A descriptive, multi-center and cross-sectional study. The study was conducted with 238 newly graduated nurses. Data were collected between January 2023 and April 2023 using the Reality Shock, Job Stress and Intention to Turnover Scales. Results: The reality shock levels of nurses who worked in another institution were lower than those who did not, and nurses who received clinical guidance, in-house orientation and in-unit orientation training were lower than those who did not, and it was statistically significant (p<0.05). The turnover intention and job stress scores of nurses who received clinical guidance were lower compared to those who did not receive clinical guidance, and were statistically significant (p<0.05). The responsibilities sub-dimension of reality shock scale explained 10.5% of the total variance in intention to turnover (F=3.347, p<0.01). The relationships and cooperation sub-dimension and the responsibilities sub-dimension of the reality shock scale explain 24.9% of the total variance in job stress. (F=10.906, p<0.01). Conclusion: The reality shock experienced by newly graduated nurses in the transition process should be reduced, and strategies should be developed to provide a more effective transition.
Keriman Aytekin Kanadlı, Selva Ezgi Aşkar, Gönül Kara Söylemez, Bircan Kara, Rahşan Odabaşı doi: 10.54304/SHYD.2024.78700Sayfalar 393 - 400
Amaç: Hemşirelerin bilimsel araştırmalara yönelik tutumları hasta bakım kalitesinin artırılması açısından önemlidir. Ancak Türkiye’de bu konuyla ilgili yapılan çalışmaların az sayıda olduğu belirlenmiş olup bu nedenle bu araştırmada bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin bilimsel çalışmalara yönelik tutumlarının incelemesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel tipte olan bu araştırma, bir üniversite hastanesinde çalışan 202 hemşire ile gerçekleştirildi. Veriler yüz yüze görüşme tekniğiyle, Ağustos-Eylül 2019 tarihleri arasında, "Birey Tanıtım Formu” ve “Bilimsel Araştırmaya Yönelik Tutum Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Veriler uygun istatiksel yöntemler kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan hemşirelerin, çoğunun 26-35 yaş aralığında (%42,6), kadın (%76), lisans mezunu (%73) olduğu görülmüştür. Hemşirelerin çoğunun herhangi bir araştırma ekibinde yer almadığı, ancak güncel hemşireliğe ilişkin gelişmeleri izlediği (%66) belirlenmiştir. Bilimsel toplantıya katılan (p<0,001), meslek (p<0,001) veya eğitim (p<0,001) yaşamında araştırma ekibinde yer alan ve yüksek lisans mezunu olan (p<0.01) hemşirelerin bilimsel araştırmalara yönelik olumlu tutum sergilediği saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmada, hemşirelerin çoğunun herhangi bir araştırma ekibinde yer almadığı ancak bilimsel araştırmalara yönelik tutumlarının olumlu olduğu görülmüştür. Bu doğrultuda yöneticilerin hastanede bilimsel araştırma yapma konusunda hemşireleri desteklemesi önerilmektedir.
Aim: Nurses' attitudes towards scientific research are important for improving the quality of patient care. However, it has been observed that there are few studies on this topic in our country. Therefore, the aim of this study was to investigate the attitudes of nurses working in a university hospital towards scientific studies. Method: This descriptive cross-sectional study was conducted on 202 nurses working in a university hospital. The data were collected between August and September 2019, using the personal introduction form and the attitude scale towards scientific studies, using the face-to-face interview method. The data were analysed using appropriate statistical methods. Results: It was found that most of the nurses who participated in the study were between 26 and 35 years old (42.6%), female (76%), and had a bachelor's degree (73%). It was found that most nurses were not part of a research team, but were following current developments in nursing (66%). Attending a scientific meeting (p<0.001), being part of a research team in professional life (p<0.001) or education (p<0.001), having a master's degree (p<0.01) were factors associated with a positive attitude towards scientific research. Conclusion: This study found that although nurses were not part of a research team, their attitudes towards scientific research were positive. In this regard, it is recommended that managers support nurses in conducting scientific research in the hospital.
Amaç: Çalışmada, hemşirelik öğrencilerinin terapötik iletişim beceri düzeylerinin mesleki hazır oluşluk algılarına etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki araştırma, 2022-2023 akademik yılında İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde1.,2.,3. ve 4. sınıfta öğrenim gören 224 hemşirelik öğrencisi ile yürütülmüştür. Verilerin toplanmasında “Kişisel Bilgi Formu, Hemşirelik Öğrencileri İçin Terapötik İletişim Becerileri Ölçeği ve Hemşirelikte Mesleki Hazır Oluşluk Algısı Ölçeği” kullanılmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, bağımsız gruplarda t-testi ve tek yönlü ANOVA ve posthoc analizlerden Tukey testi kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin terapötik iletişim beceri düzeyleri ile mesleki hazır oluşluk algısı düzeyleri arasında olumlu yönde zayıf bir ilişki bulunmuştur. Öğrencilerin daha önce iletişim becerileri ile ilgili ders alma, hastalarla iletişim kurmakta zorlanma değişkenleri ile terapötik iletişim beceri puanları ve mesleki hazır oluşluk algısı puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar olduğu saptanmıştır (p<0,05). Sonuç: Çalışmada, hemşirelik mesleğini kendi isteği ile seçen ve iletişim becerilerinin iyi olduğunu düşünen öğrencilerin terapötik iletişim beceri düzeyleri ve mesleki hazır oluşluk algılarının yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.
Aim: The study aimed to examine the effect of nursing students' therapeutic communication skill levels on their perception of professional readiness. Method: The descriptive type research was conducted at a foundation university in Istanbul in the 2022-2023 academic year. It was conducted with 224 nursing students studying in the 4th and 4th grades. "Personal Information Form", "Therapeutic Communication Skills Scale for Nursing Students" and "Professional Readiness Perception Scale in Nursing" were used to collect data. Descriptive statistics, independent samples t-test and one-way ANOVA, and Tukey test for posthoc analyzes were used to analyze the data. Results: A weak positive relationship was found between students' therapeutic communication skill levels and their professional readiness perception levels. It was determined that there were statistically significant differences between the variables of students taking courses on communication skills before, difficulty in communicating with patients, therapeutic communication skill scores and professional readiness perception scores (p <0.05). Conclusion: In the study, it was concluded that the therapeutic communication skill levels and professional readiness perceptions of students who voluntarily chose the nursing profession and thought that their communication skills were good were high.