Amaç: Bu çalışmada klinik yönetici hemşirelerin yönetsel yetkinliklerini belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma, bir şehir hastanesi, bir kamu üniversite hastanesi ve bir özel üniversite hastanesi olmak üzere üç farklı hastanede çalışmakta olan 120 klinik yönetici hemşiresi ile yapıldı. Veriler, “Kişisel Bilgi Formu ve Servis Sorumlu Hemşiresi Yönetsel Yeterlik Değerlendirme Ölçeği” ile toplandı. Bulgular: Yönetsel yetkinliğin; çalışılan kuruma, yöneticilik deneyimine ve astları tarafından hitap edilme şekillerine göre farklılık gösterdiği bulundu. Ölçeğin bu çalışmadaki Cronbach alfa değeri 0,97, ölçek toplam puan ortalaması 202,75 (SS=17,73), Genel Ünite Yönetimi alt boyut puan ortalaması 99,69 (SS=8,73), Personel Yönetimi alt boyut puan ortalaması 67,26 (SS=6,18) ve Bakımın Yönetimi alt boyut puan ortalaması 35,79 (SS=3,46) olarak saptandı. Sonuç: Klinik yönetici hemşirelerin yönetsel yetkinlik düzeyleri yüksek bulundu. Yönetsel yeterliğin çalışılan kurum, yöneticilik deneyimi ve astları tarafından hitap edilme şekline göre farklılık gösterdiği belirlenmiştir.
Aim: In this study, it was aimed to evaluate the managerial competencies of clinical nurse managers. Method: This descriptive study was conducted with 120 clinical nurse managers working in three different hospitals. Data were collected using the Personal Information Form and the Nursing Supervisor Competency Evaluation Inventory. Results: It was determined that the competence levels of clinical nurse managers differed according to the institutions they were employed in, their managerial experiences, and how they were addressed by their subordinates. In this study, the Cronbach’s alpha coefficient of the inventory was 0.97, the total mean score was 202.75 (SD=17.73), the mean score of the overall unit management subscale was 99.69 (SD=8.73), the mean score of the staff management subscale was 67.26 (SD=6.18), and the mean score of the management of care subscale was found to be 35.79 (SD=3.46). Conclusion: The level of management competencies of clinical nurse managers was found to be high. It was determined that the competence levels differed according to the institutions they were employed in, their managerial experiences, and how they were addressed by their subordinates.
Amaç: Araştırma, hemşirelerde örgüt ikliminin örgütsel yaratıcılık algılarına etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tasarımda planlanan araştırma, Kocaeli ilinde iki kamu hastanesinde çalışan 625 hemşire örnekleminde yürütülmüştür. Veriler; kişisel ve mesleki özellikleri içeren tanıtıcı bilgi formu, "Örgüt İklimi Ölçeği ve Örgütsel Yaratıcılık Ölçeği" kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistiksel analizler, Shapiro-Wilk testi, bağımsız gruplarda t testi, Mann-Withney U testi, One-way ANOVA, Games-Howell testi, Kruskal Wallis testi, Dunn-Bonferroni testi, Pearson korelasyon analizi, Spearman korelasyon analizi, çoklu doğrusal regresyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin Örgüt İklimi Ölçeği toplam puan ortalaması 2,90 (SS=0,29) ve Örgütsel Yaratıcılık Ölçeği toplam puan ortalaması 124,42 (SS=15,18) olarak bulunmuştur. Araştırmada örgüt iklimi algısının hemşirelerin %1,3’ünde düşük düzeyde, %97,3’ünde orta düzeyde ve %1,4’ünde yüksek düzeyde olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin örgüt iklimi toplam puanları ile örgütsel yaratıcılık algısı toplam puanları arasında olumlu yönde, orta düzeyde anlamlı ilişki belirlenmiştir (r=0,492; p<0,01). Örgütsel yaratıcılık algıları için oluşturulan modelin istatistiksel olarak anlamlı olduğu ve modelde yer alan bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkene ait varyansın %29,8'ini açıkladığı saptanmıştır (R2=0,298; F= 23.708; p<0,01). Sonuç: Hemşirelerin örgüt iklimi düzeylerinin ve örgütsel yaratıcılık algılarının orta düzeyde olduğu, örgüt iklimi düzeyi olumlu yönde arttıkça örgütsel yaratıcılık algısının arttığı görülmüştür. Yapılan regresyon analizi modeli, hemşirelerin örgütsel yaratıcılık algılarında, örgüte bağlılık, destekleyici iklim, insan ilişkileri, olumsuz etkileşim ve yenilikçi iklim düzeylerinin belirleyici olduğunu göstermektedir.
Aim: The study was conducted in order to examine the effect of the organizational climate on organizational creativity perceptions in nurses. Method: The research, planned in the descriptive correlational design, was carried out on 625 nurses in two public hospitals in Kocaeli province. The data were collected using an occupational and personal characteristics questionnaire, the Organizational Climate Scale, and the Organizational Creativity Scale. The data were analyzed using descriptive statistical analyses, Shapiro-Wilk test, independent-sample t-test, Mann-Withney U test, one-way ANOVA, Games-Howell test, Kruskal-Wallis test, Dunn-Bonferroni test, Pearson correlation analysis, Spearman correlation analysis, and multiple linear regression analysis were used. Results: The mean total score of the Organizational Climate Scale was 2.90 (SD=0.29) and the Organizational Creativity Scale was 124.42 (SD=15.18). In the study, it was determined that the perception of organizational climate was at a low level in 1.3% of nurses, a medium level in 97.3%, and a high level in 1.4%. A moderate, significant relationship was found between the nurses’ total score of organizational climate and the total score of organizational creativity (r=0.492; p<0.01). It was determined that the model created for perceptions of organizational creativity was statistically significant and the independent variables in the model explained 29.8% of the variance of the dependent variable (R2=0.298; F=23.708; p<0.01). Conclusion: It has been observed that the nurses’ organizational climate levels and perceptions of organizational creativity are moderate, and the perception of organizational creativity increases as the level of organizational climate increases. The regression analysis model shows that organizational creativity perceptions of nurses are determined by the levels of organizational commitment, supportive climate, human relations, negative interaction, and innovative climate.
Amaç: Bu araştırma, örgütsel adaletin örgütsel bağlılık üzerindeki etkisinde kurumsal sosyal sorumluluk algısının aracılık rolünü incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, İstanbul’da faaliyet gösteren özel sağlık grubuna bağlı üç hastanede görev yapan 206 sağlık personeli üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırma verileri yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Bulgular: Yapılan analizler sonucunda örgütsel adalet algısının örgütsel bağlılık üzerindeki etkisinde kurumsal sosyal sorumluluğun aracılık rolü olduğu belirlenmiştir (Z = 4,08; p<0,05). Sonuç: Genel sonuç olarak sağlık çalışanlarının örgütsel bağlılıklarının arttırmak isteyen sağlık yöneticilerin ilk olarak adaletli bir örgüt ortamı oluşturmaları ve ikinci olarak kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinde bulunmaları önerilmektedir.
Aim: The purpose of this research is to examine the mediating role of corporate social responsibility perception in the effect of organizational justice on organizational commitment in healthcare employees. Method: The research was carried out among 206 healthcare personnel working in three hospitals of the Private Health Group in Istanbul. Results: As a result of the analysis, it was determined that corporate social responsibility has a mediating role in the effect of organizational justice perception on organizational commitment (Z = 4.08; p<0.05). Conclusion: As a general result, it is suggested that health managers who want to increase the organizational commitment of health workers should first create a fair organizational environment, and secondly, engage in corporate social responsibility activities.
Amaç: Literatürde cerrahi hemşirelerinin öz yeterlik ve eleştirel düşünme özelliklerini ayrı ayrı inceleyen çok sayıda çalışma olmasına karşın, duygusal öz-yeterlik kavramı ile eleştirel düşünme eğilimi arasındaki ilişkiyi değerlendiren bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı cerrahi kliniklerde çalışan hemşirelerin duygusal öz yeterlikleri ile eleştirel düşünme eğilimleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Yöntem: Türkiye'nin Orta Karadeniz Bölgesi'ndeki bir şehirde yaşayan cerrahi hemşirelerinin duygusal öz-yeterlik ve eleştirel düşünme eğilimleri arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla kesitsel, tanımlayıcı, ilişkisel bir araştırma yapılmıştır. Veriler, “Google Form” oluşturularak çevrim içi anket yoluyla kartopu örnekleme yöntemiyle toplam 127 hemşireden 1 Haziran–30 Eylül 2020 tarihleri arasında toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, Mann-Whitney U, Kruskall-Wallis testi, ANOVA ve Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin eleştirel düşünme eğilimleri puan ortalamaları 70.23 (SS=8.41) ve duygusal öz yeterlik puan ortalamaları ise 88.03 (SS=16.20)’dir. Eleştirel düşünme eğilimi ile duygusal öz yeterlik puanları arasında olumlu yönde zayıf bir ilişki vardır (r=0.213). Sonuç: Cerrahi hemşirelerinde eleştirel düşünme ve duygusal öz yeterlik sağlıklı klinik karar verme açısından önemlidir. Bu anlamda hemşirelerin eleştirel düşünme ve duygusal öz yeterlilikleri orta düzeyde bulunmuştur. Eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmesi için duygusal öz yeterliğe gereksinim duyulmaktadır. Cerrahi hemşirelerinin bakım sürecinde aldığı kararların niteliğini ve verilen bakımın kalitesini olumlu yönde değiştirmek için eleştirel düşünme ve duygusal öz yeterlilik eğitimlerinin verilmesi önerilmektedir.
Aim: The aim of this study was to examine the relationship between emotional self-efficacy and critical thinking in surgical nurses working in surgical departments. Method: A cross-sectional, descriptive, correlational study was conducted to examine the relationship between the emotional self-efficacy and critical thinking dispositions of surgical nurses living in a city in the Middle Black Sea region of Turkey. Data were collected via an online survey created with Google Forms from a total of 127 nurses recruited using snowball sampling between June 1 and September 30, 2020. Descriptive statistics, Mann-Whitney U, Kruskall-Wallis test, ANOVA, and Pearson correlation analysis were used to evaluate the data. Results: The nurses’ mean critical thinking disposition score was 70.23 (SD=8.41) and their mean emotional self-efficacy score was 88.03 (16.20). There was a weak positive correlation between critical thinking disposition and emotional self-efficacy scores (r=0.213). Conclusion: Critical thinking and emotional self-efficacy are important for healthy clinical decision-making in surgical nurses. In this sense, nurses' critical thinking and emotional self-efficacy were found to be moderate. Emotional self-efficacy is needed to develop critical thinking skills. It is recommended to provide critical thinking and emotional self-efficacy training in order to positively change the quality of the decisions made by surgical nurses during the care process and the quality of care provided.
Amaç: Bu çalışmada amaç, hemşirelik ve ebelik öğrencilerinin önderlik davranışlarına ilişkin öz algıları ile karar verme biçimleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Ayrıca çalışmada, hemşirelik ve ebelik öğrencilerinin bazı tanıtıcı özellikleri ile önderlik davranışına ilişkin öz algıları ve karar verme biçimleri arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki bir üniversitenin hemşirelik yüksekokuluna bağlı hemşirelik ve ebelik programlarında öğrenim gören 217 öğrenci ile yapılmıştır. Veri toplama aracı olarak, “Kişisel Bilgi Formu, Melbourne Karar Verme Ölçeği I ve II ile Lisans Öğrencilerinin Önderlik Davranışlarına İlişkin Öz Algı Ölçeği’’ kullanılmıştır. Verilerin analizinde; Kruskal-Wallis H testi ve Mann-Whitney U testi ile Spearman korelasyon testi kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin okudukları bölüm, yaş ve sınıf ile karar verme biçimleri ve önderlik davranışları arasında anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Öğrencilerin karar vermede özsaygı puanları ile kendine güvenli önderlik, ilkeli önderlik ve kararlı önderden çıkan sonuçlar arasında (p<0,05) anlamlı ve olumlu yönlü ilişki belirlenmiştir. Ayrıca öğrencilerin karar verme biçimleri ile önderlik özellikleri arasında da istatistiki olarak anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır. Sonuç: Çalışmada, hemşirelik ve ebelik öğrencilerinin tüm sınıf düzeylerinde özsaygıları arttıkça önderlik davranışlarının arttığı, dikkatli karar verme arttıkça önderlik özelliklerinin azaldığı, kaçıngan ve panik karar verme arttığında ise önderlik özelliklerinin arttığı ortaya konmuştur. Tüm öğrencilerin dördüncü sınıflarının önderlik davranışları diğer sınıflardan daha yüksek bulunmuştur. Bunun yanında ebelik öğrencilerinin erteleyici karar vermeye yöneldikleri ve öğrencilerin sınıf ve yaşları arttıkça önderlik özelliklerinin arttığı belirlenmiştir.
Aim: The aim of this study is to examine the relationship between nursing and midwifery students' self-perceptions about leadership behaviors and their decision-making styles. The secondary aim is to examine the relationship between nursing and midwifery students' self-perceptions of leadership behavior and decision-making styles according to various demographic variables. Method: The research was carried out with 217 students studying in two programs, nursing and midwifery, in the School of Nursing at university in the Turkish Republic of Northern Cyprus. A personal information form, the "Melbourne decision-making scale I and II" and the "Self-Perception Scale of Undergraduate Students' Leadership Behaviors" were used collect data. Results: A significant difference was found between the programs studied and the decision-making styles and leadership behaviors of the students, as well as age and class. A significant and positive relationship was found between students' self-esteem scores in decision making and the results obtained from self-confident, principled and determined leadership behaviors (p<0.05). In addition, it was revealed that there is a statistically significant relationship between decision-making styles and leadership characteristics. Conclusion: It was revealed that as the self-esteem of nursing and midwifery students increased at all grade levels, leadership behaviors increased, as careful decision-making increased, leadership characteristics decreased, and when avoidant and panic decision-making increased, leadership behaviors increased. Leadership behaviors of both senior midwifery and nursing students were found to be higher than in other classes. In addition, it has been determined that midwifery students prefer to make procrastinating decisions and their leadership behaviors increase as the class and age of the students increase.
Amaç: Bu çalışma, hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara ilişkin görüş, deneyim ve tutumlarını ortaya koymak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma, Türkiye’de 465 üçüncü ve dördüncü sınıf hemşirelik öğrencisi ile yürütülmüştür. Veriler, Mart-Haziran 2017 tarihleri arasında Tanımlayıcı Bilgi Formu ve Tıbbi Hatalarda Tutum Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizi; ortalama, standart sapma, sayı ve yüzdelik tanımlayıcı istatistikleri ve Mann Whitney U testi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Öğrenciler çoğunlukla klinik uygulamalarda herhangi bir tıbbi hata yapmadıklarını (%76,8), herhangi bir tıbbi hata yapmaları durumunda ise sorumlu hemşireye (%72,7) bildireceklerini belirtmişlerdir. Öğrencilerin sadece %5,8’i yaptıkları tıbbi hatayı raporladıklarını vurgulamıştır. Öğrencilerin Tıbbi Hata Tutum Ölçeği toplam puan ortalaması 3,78 (SS=0,47) iken alt boyut puan ortalamaları, tıbbi hata algısında 2,79 (SS=0,71), tıbbi hatalara yaklaşımda 3,94 (SS=0,60) ve tıbbi hata nedenlerinde 3,90 (SS=0,59) olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin cinsiyeti, yaş grubu ve sınıfı ile tıbbı hata tutum ölçeği toplamı ve alt boyut puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunmuştur (p<0,05; p<0,01). Sonuç: Çalışmada, hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara yaklaşım, tıbbi hataların nedenleri ve genel olarak tıbbi hatalara yönelik tutumları olumlu bulunmakla birlikte, tıbbi hata algısına yönelik tutumları olumsuz olarak belirlenmiştir. Bu sonuç, öğrencilerin tıbbi hatalar ve hata bildiriminin önemine ilişkin farkındalıklarının yüksek olduğunu göstermektedir. Ayrıca öğrencilerin çoğunluğu klinik uygulamalarında hata yapmadıklarını belirtirken, tıbbi hataların çoğunluğunun doktor ve hemşirelerden kaynaklandığını belirtmişlerdir.
Aim: The aim of this study was to reveal nursing students’ opinions, experiences, and attitudes toward medical errors. Method: This descriptive and cross-sectional study was conducted among 465 third and fourth-year nursing students in Turkey. Data were collected between March-June 2017 using a demographic information form and the Medical Error Attitude Scale. Data analysis was performed using descriptive statistics of mean, standard deviation, number, and percentage and the Mann-Whitney U test. Results: The majority of students stated that they did not make any medical errors in clinical practice (76.8%) and if they made any medical error, they said they would report it to the charge nurse (72.7%). Only 5.8% of the students stated that they reported the medical error they made. While the students’ total Scale of Attitudes toward Medical Errors mean score was 3.78 (SD=0.47), the subscale mean scores were determined to be 2.79 (SD=0.71) in the medical error perception, 3.94 (SD=0.60) in the approach to medical errors, and 3.90 (SD=0.59) in the causes of medical errors subscale. There were statistically significant differences between gender, age group, and class year of students and the Scale of Attitudes toward Medical Errors total and subscale mean scores (p<0.05; p<0.01). Conclusion: Nursing students’ attitudes toward the approach to medical errors, causes of medical errors, and general medical errors were positive. In contrast, their attitude toward the medical error perception was negative. This result indicates that students’ awareness of medical errors and the importance of error reporting is high. Moreover, while the majority of the students stated that they did not make medical errors in their clinical practice, they stated that the majority of medical errors were caused by doctors and nurses.
Amaç: Bu çalışma, COVID-19 küresel salgın sürecinde hemşirelik bölümü öğrencilerinin mesleki güdülenme düzeylerinin belirlenmesi, bireysel özelliklerine ve salgın sürecindeki mesleğe yönelik görüşlerine göre mesleki güdülenme düzeylerinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı tipte olan bu araştırmanın örneklemini 234 öğrenci hemşire oluşturmuştur. Veriler, anket formu ve “Güdülenme Kaynakları ve Sorunları Ölçeği” kullanılarak çevrim içi olarak toplanmıştır. Veriler, SPSS 21.0 paket programı kullanılarak, bağımsız student t-testi, One-Way ANOVA, Mann Whitney U, Kruskal Wallis testleriyle analiz edilmiştir. Bulgular: Küresel salgın sürecinde öğrencilerin %80,3’ü toplumun hemşirelik mesleğine bakış açısının olumlu yönde değiştiğini, %89,3’ünün hemşirelik mesleğinin profesyonel kimliğinin güçlendiğini, %78,6’sı gereksinim durumunda gönüllü olarak çalışmak istediğini belirtmiştir. Öğrencilerin içsel güdülenme puan ortalaması 48,07 (SS=6,58), dışsal güdülenme puan ortalaması 22,82 (SS=2,67), olumsuz güdülenme puan ortalaması 28,13 (SS=6,55) ve toplam mesleki güdülenme puan ortalaması 99,03 (SS=11,70) olarak saptanmıştır. Küresel salgın sürecinin toplumda hemşirelik mesleğine bakış açısına olumlu yönde etkisi olduğunu bildiren, küresel salgın sürecinde hemşirelik mesleğinin profesyonel kimliğinin güçlendiğini düşünen, küresel salgın sürecinde gereksinim duyulduğunda gönüllü olarak çalışmak isteyen öğrencilerin güdülenme düzeyleri anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Öğrencilerin içsel güdülenme, dışsal güdülenme ve toplam mesleki güdülenme düzeylerinin yüksek, olumsuz güdülenme düzeyinin ise orta düzeyde olduğu belirlenmiştir. Küresel salgının, öğrencilerin hemşirelik mesleğinin rolü, değeri ve sosyal sorumluluğu konusunda daha bilinçli hale gelmesinde ve mesleki güdülenmelerinde olumlu katkı sağladığı ortaya konmuştur.
Aim: This study was carried out in order to determine the professional motivation levels of nursing students during the COVID-19 pandemic and to examine their professional motivation levels according to their personal characteristics and views on the profession during the pandemic. Method: The sample of this cross-sectional descriptive study consisted of 234 nursing students. The data were collected online using a questionnaire and the Motivation’s Sources and Problems Scale. The data were analyzed using SPSS 21.0 package program, independent-student t-test, one-way ANOVA, Mann-Whitney U, and Kruskal Wallis. Results: During the pandemic, 80.3% of the students stated that the society's view of the nursing profession changed positively, 89.3% of them stated that the professional identity of the nursing profession was strengthened, and 78.6% of them wanted to work voluntarily if needed. The mean intrinsic motivation score of students was 48.07 (SD=6.58), the mean score of external motivation was 22.82 (SD=2.67), the mean score of negative motivation was 28.13 (SD=6.55), and the mean score of total professional motivation was 99.03 (SD=11.70). The motivation levels of the students who reported that the pandemic had a positive effect on the social status of the nursing profession, who thought that the professional identity of the nursing profession was strengthened during the pandemic, and who wanted to work voluntarily during pandemic were found to be significantly higher (p<0.05). Conclusion: It was determined that the students' levels of intrinsic motivation, extrinsic motivation, and total professional motivation were high, while the level of negative motivation was moderate. It has been revealed that the pandemic has contributed positively to students' awareness of the role, value, and social responsibility of the nursing profession, as well as to their professional motivation.
Amaç: Bu araştırmada, hemşirelik öğrencilerinin hasta güvenliği yetkinliği öz-değerlendirme düzeyinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma, kesitsel ve tanımlayıcı olarak tasarlanmış ve bir devlet üniversitesinin hemşirelik bölümünün üçüncü ve dördüncü sınıfındaki 174 öğrenciyle yürütülmüştür. Araştırma verileri “Hasta Güvenliği Yetkinliği Öz Değerlendirme Aracı (HGYÖDA)” ve “Kişisel Bilgi Formu” kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin HGYÖDA puan ortalamasının 161,28 (SS=23,47) olduğu ve HGYÖDA alt boyut puan ortalamalarının sırasıyla; bilgi 21,80 (SS=4,20); beceri 82,39 (13,44); tutum 57,09 (9,73) olarak bulunmuştur. Ölçek alt boyutları arasında orta düzeyde, anlamlı, olumlu yönlü ilişki olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Hemşirelik öğrencilerinin hasta güvenliği konusunda beceri, bilgi ve tutum yetkinliklerinin ortalamanın üzerinde olduğu belirlenmiştir. Hemşirelik müfredatında, hasta güvenliği konusundaki ders içeriklerinin öğrencilerin hasta güvenliği yetkinlik ve öz-değerlendirme düzeyleri dikkate alınarak düzenlenmesi önerilebilir. Hasta güvenliğinde yetkin ve öz-değerlendirme düzeyi yüksek öğrencilerin mezun olduktan sonra çalıştıkları sağlık kuruluşlarında bakım kalitesinin ve hasta güvenliğinin artmasına etkisi olacaktır.
Aim: This research aimed to determine the patient safety competency self-evaluation level of nursing students. Method: The research was designed as cross-sectional and descriptive and was conducted with 174 students in the third and fourth year of the nursing department of a public university. The research data were collected using the Patient Safety Competency Self-Evaluation Tool (PSCSE) and the Personal Information Form. Results: The mean PSCSE score of the students was found to be 161.28 (SD=23.47). The mean scores of the sub-dimensions of the PSCSE were 21.80±4.20 for knowledge, 82.39 (SD=13.44) for skill, and 57.09 (SD=9.73) for attitude. It has been determined that there is a moderate, significant, and positive relationship among the sub-dimensions of the scale Conclusion: It has been determined that the skills, knowledge, and attitude competencies of nursing students regarding patient safety are above the median. In the nursing curriculum, it can be suggested that the course content on patient safety should be designed by considering patient safety competency and self-assessment levels of students. Students who are competent in patient safety and have a high level of self-evaluation will have an impact on increasing the quality of care and patient safety in the health institutions they work after graduation.
Amaç: Bu çalışmada, bir üniversite hastanesinde ilaç israfını ve ilişkili etmenleri değerlendirmek ve israfın ekonomik boyutunu ortaya koymak amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı nitelikte tasarlanan bu araştırmanın evrenini, İstanbul ilinde faaliyet gösteren bir üniversite hastanesinde israf olan 834 adet ilaç oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş ve evrenin tamamı değerlendirmeye alınmıştır. Veriler, hastanenin Eczane Müdürlüğü tarafından kayıt altına alınan “İlaç İsraf Formları ve İlaç Zayi Tutanakları” değerlendirilerek elde edilmiştir. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiklerden (frekans, yüzde) yararlanılmıştır. İsraf olan ilaçların sınıflandırılmasında Dünya Sağlık Örgütünün Anatomical Therapeutic Chemical (ATC) Sınıflandırma Sistemi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışma sonucunda ilaç israfının en fazla hazırlama kaynaklı nedenler, tedavi değişikliği ve istenmeyen (advers) ilaç etkisi nedeniyle gerçekleştiği belirlenmiştir. Çocuk hematoloji, kemoterapi ve erişkin hematoloji ünitelerinde israf oranının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. İsraf edilen ilaçların toplam maliyetinin 98.950,12 ₺ olduğu ve bu maliyetin %66,98’inin önlenebilir özellik taşıdığı saptanmıştır. Çalışmada, Anatomik, Terapötik ve Kimyasal (ATC-Anatomical Therapeutic Chemical) Sınıflandırma Sistemi’ne göre israf olan ilaçların %33,81’inin antineoplastik ve immunomodülatör ajanlar olduğu görülmüştür. Sonuç: Bu çalışmada, hastanede ilaç israf miktarının ve maliyetinin ciddi bir boyutta olduğu saptanmıştır. İsrafın ağırlıklı olarak yüksek riskli hasta gruplarının bulunduğu ünitelerde yaşandığı ve büyük bir kısmının önlenebilir olduğu belirlenmiştir. Hastane yönetiminin kaynakların etkin kullanımı açısından, önlenebilir israf nedenlerine odaklanması gerekmektedir.
Aim: In this study, it was aimed to evaluate the medication wastage and associated factors in a university hospital and to reveal the economic dimension of medication wastage. Method: The population of this descriptive study consisted of 834 medications that were wasted in a university hospital in Istanbul. Sample selection was not made in the study and the entire population was taken into consideration. The data were collected using Medication Wastage Forms and Medication Wastage Reports recorded by the Pharmacy Department. Descriptive statistics (frequency, percentage) were used in the analysis of the data. The World Health Organization Anatomical Therapeutic Chemical (ATC) Classification System was used to classify wasted medications. Results: The study results showed that medication wastage has been mostly caused by preparation-related reasons, treatment changes, and adverse drug reactions. It was determined that the wastage rate was higher in pediatric hematology, chemotherapy, and adult hematology units. It was determined that the total cost of medication wastage was 98,950.12 ₺ and 66.98% of this cost was preventable. According to the Anatomical, Therapeutic and Chemical (ATC) Classification System, 33.81% of the wasted medication was classified as antineoplastic and immunomodulating agents. Conclusion: In this study, it was determined that the amount and cost of medication wastage in the hospital were at a serious level. It was determined that wastage predominantly occurred in units with high-risk patient groups and that a large part of it was preventable. Hospital management needs to focus on preventable causes of waste in terms of the effective use of resources.
Amaç: Retrospektif türdeki bu çalışma, sağlık çalışanlarında gerçekleşen ve kaydedilen iş kazalarının değerlendirilmesini, olası risk ve tehlikelerin belirlenmesini amaçlamaktadır. Yöntem: Araştırmanın örneklemini, üçüncü basamak bir sağlık kuruluşunda 2015-2020 tarihleri arasında sağlık çalışanlarında meydana gelen ve kaydedilen 300 iş kazası oluşturmaktadır. Araştırma verileri, “Tanıtıcı Form” kullanılarak arşiv taraması tekniği ile toplanmıştır. Kazazedelere ait verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler kullanılmıştır. Risk analizi Finne-Kinney yöntemi kullanılarak yapılmıştır. Belirlenen risk etmenlerinin giderilmesi amacıyla düzeltici önleyici faaliyetlere ilişkin öneriler oluşturulmuştur. Bulgular: Kazazedelerin %51’inin erkek, %62,7’sinin lisans mezunu, %82,3'ünün hemşire ve %41’inin bir yıldan daha az iş deneyimine sahip olduğu bulunmuştur. Kazaların %20,7’sinin 2016 yılında, %40’ının yoğun bakım ünitelerinde, %43,3’ünün sabah saatlerinde, %42,7’sinin mesainin ilk dört saatinde yaşandığı ve %80,3’ünün el/parmakta delici-kesici alet yaralanması şeklinde gerçekleştiği bulunmuştur. Risk analizi sonucunda beş adet risk etmeni ve 77 adet tehlike kaynaklı risk belirlenmiştir. Risk skor ortalaması fiziksel etmenler için 428,25, kimyasal etmenler için 466, biyolojik etmenler için 327,27, ergonomik etmenler için 234 ve psikososyal etmenler için 350 olup risklerin tamamı için 386,80 bulunmuştur. Risk skorları düzeltici önleyici faaliyetlerle 720-126 aralığından 200-42 aralığına düşmüştür. Sonuç: İş kazalarının daha çok hemşirelerde yaşandığı, en yüksek risk etmenini fiziksel ve kimyasal etmenlerin oluşturduğu, düzeltici önleyici faaliyetlerin kaza riskini önemli ölçüde azaltabileceği sonucuna varılmıştır.
Aim: This research is a risk analysis study aimed at retrospectively evaluating occupational accidents that occurred and were recorded by healthcare professionals, and determining possible risks and hazards. Method: The sample of the study consists of 300 occupational accidents that occurred in and were recorded by healthcare professionals between 2015 and 2020 in a tertiary health institution. The research data were collected using the archive scanning technique and the "Identification Form". Descriptive statistical methods were used to analyze the data on accidents and victims. Risk analysis was performed using the Finne-Kinney method. Results: It was found that 51% of the victims were male, 82.3% were nurses and 41% had less than one year of work experience. When the characteristics of the accidents were examined, 20.7% of the accidents occurred in 2016, 43.3% in the morning hours, 42.7% in the first four hours of the shifts, 40% in the intensive care units, and 80.3% occurred in the form of sharp/penetrating object injuries on hand/finger. A total of five risk factors and 77 hazard-related risks were identified. When the risk score average was examined according to the factors, the risk score average was 428.25 for physical factors, 466 for chemical factors, 327.27 for biological factors, 234 for ergonomic factors, 350 for psychosocial factors, and 386.80 for all risks. The risk scores were decreased from 720-126 to 200-42 by corrective and preventive actions. Conclusion: In conclusion, occupational accidents occurred mostly among nurses, the highest risk factors were physical and chemical factors, and corrective and preventive actions could reduce the risk of accidents significantly.
Amaç: Bu araştırma, Türkiye’den İngiltere’ye göç eden sağlık çalışanlarının göç nedenleri ve yaşam doyumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı türde yapılan araştırmanın örneklemini Türkiye’den İngiltere’ye göç eden 128 sağlık çalışanı oluşturmuştur. Araştırma verileri, “Tanıtıcı Bilgi Formu ve Yaşam Doyumu Ölçeği” ile toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler (yüzde, aritmetik ortalama, standart sapma) ve Mann Whitney U testi kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık için p <0,05 kabul edilmiştir. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamasının 41,20±10,56 olduğu, %28,1’inin hemşire, %89,8’inin İngiltere’de mesleki doyum sağladığı, %95,3’ünün İngiltere’de yaşama kararından memnun olduğu saptanmıştır. Göç etme nedenlerinin %64,8’inin politik, %55,5’inin gelecek kaygısı, %53,1’inin ekonomik nedenler olduğu belirlenmiştir. Göç eden sağlık çalışanlarının yaşam doyum ölçeği toplam puan ortalaması 4,33±0,61 bulunmuştur. Sonuç: Araştırmanın bulguları Türkiye’den İngiltere’ye göçte itici gücün politik, ekonomik ve gelecek kaygısı; çekici gücün ekonomik refah olduğunu, İngiltere’de yaşam doyumlarının yüksek olduğunu göstermiştir.
Aim: This research was carried out to determine the reasons for migration and the life satisfaction of health workers who migrated from Turkey to the UK. Method: The sample of the descriptive study consisted of 128 health workers who immigrated from Turkey to the UK. The research data were collected using the Sociodemographic Data Collection Form and the Life Satisfaction Scale. In the analysis of the data, descriptive statistics (percentage, arithmetic mean, standard deviation) and the Mann-Whitney U test were used. A P value of <.05 was considered statistically significant. Results: It was determined that the mean age of the participants was 41.20±10.56 years, 28.1% were nurses, 89.8% were professionally satisfied in the UK and 95.3% were satisfied with their decision to live in the UK. It has been determined that 64.8% of the reasons for migration are political, 55.5% are concerns about the future, and 53.1% are economic. The mean score of the life satisfaction scale of the migrant health workers was found to be 4.33±.61. Conclusion: The findings of the study showed that the push factors for migration from Turkey to the UK are political and economic concerns and concerns of the future, economic prosperity is the pull factor, and life satisfaction is high in the UK.
Amaç: Bu çalışma, yataklı tedavi kurumlarında sağlık bakımı alan hastaların toplumsal cinsiyet bakış açısından hekim ve hemşirelerde cinsiyet tercihlerini ve bu tercihlerinin nedenlerini irdelemek amacıyla, tanımlayıcı tasarımda yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın evreni, Mardin ili ve Kızıltepe ilçesinde bulunan devlet hastanelerinde yatan hastalar oluştururken, örneklemini ise hastanede yatan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 18 yaş ve üstü 600 hasta oluşturmuştur. Veriler, anket formu kullanılarak yüz yüze yöntemi ile toplanmıştır. Anket formu, 15 sorudan oluşmakta ve bu soruların sekizi kapalı uçlu, yedisi açık uçludur. Verilerin analizinde IBM SPSS Statistics 21 programı kullanılmış ve veriler %95 güven aralığında, p<0,05 anlamlılık düzeyinde incelenmiştir. Çalışma tanımlayıcı tipte gerçekleştirildiği için bulguların sunumunda sayı, yüzde dağılımı ve çapraz tablo kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların çoğu erkek (%50,3), evli (%70,5) ve diplomasız okuryazarlar/ilkokul eğitimi almış bireylerden oluşmaktadır. Katılımcıların yaş ortalaması 43,86 (SS=18,12)’dır (Min=18, Max=90). Hastaların hemşire ve hekim tercihlerinde cinsiyete yönelik tutumları ile kişisel özelliklerin dağılımı incelendiğinde, kadın hemşire tercih etme oranının erkeklerde (%20,1) kadınlardan (%61,3) daha düşük olduğu görülmektedir. Erkek hastaların çoğunluğu (%61,2) cinsiyet tercihinde kararsız olduğunu belirtmiştir. Buna karşılık hekim tercihinde hem kadın (%40,4) hem de erkek (56,7) hastaların çoğunluğunun erkek hekim tercih ettikleri saptanmıştır. Yapılan karşılaştırma testinde hem hemşire hem de hekim tercihi ile hastaların cinsiyeti arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu belirlenmiştir (p<0,001). Sonuç: Çalışmaya katılan hastaların hemşire tercihinde kadın hemşireye eğilim varken, hekim tercihlerinde erkek hekime eğilim olduğu görülmektedir. Cinsiyet tercihinin nedenleri incelendiğinde, ilk sırada “mahremiyet” belirtilmiştir. Burada kadın hastaların kadın hemşire, erkek hastaların erkek hemşire istedikleri görülmektedir.
Aim: The study is conducted in a descriptive design to examine the gender preferences for doctors and nurses and the reasons for gender preferences of patients receiving health care in inpatient clinics Method: The universe of the study is the patients who were admitted to the state hospitals in the Mardin province and Kızıltepe district. The sample consisted of 600 patients aged 18 and older who were hospitalized and agreed to participate in the research. The data were collected through a face-to-face interview using a questionnaire. SPSS Statistics 21 program was used in the analysis of the data, the data were analyzed with a significance level of p<0.05, at the 95% confidence interval. Results: Most of the patients (50.3%) who participated in the study were male and married (70.5%). The mean age of the participants was 43.86 years (SD=18.12, Min=18, Max=90). When the patients' attitudes towards gender and the distribution of personal characteristics in their preferences for nurses and doctors were examined, the rate of female nurse preference was higher in males (20.1%) than in females (61.3%). The majority of male patients (61.2%) stated that they were undecided about gender preference. It was determined that the majority of both female (40.4%) and male (56.7) patients preferred a male doctor. The chi-square test revealed that there was a statistically significant correlation between the patients’ preference for both nurses and doctors and the gender of the patients (p<0.001). Conclusion: While there is a tendency towards female nurses in the nurse preference of the patients participating in the study, it is seen that there is a tendency towards male doctors in their doctor preferences. When examining the reasons for gender preference, it is noteworthy to find that "privacy" is stated first. It is seen that female patients prefer female nurses and male patients prefer male nurses.
Amaç: Bu araştırmada, hemşirelerin mesleki değerlerinin belirlenmesi ve değer yordayıcılarının cinsiyete göre incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma, Türkiye'de 542 hemşire ile e-anket olarak yapılmıştır. Veriler “Tanıtıcı Bilgi Formu ve Hemşirelerin Profesyonel Değerleri Ölçeği (HPDÖ)” ile toplanmıştır. Bulgular: Tüm grup için lisans ve üzeri eğitimi olanların HPDÖ toplam puanı ve alt boyutlarından harekete geçme ve otonomi puanları ile sürekli gündüz çalışan hemşirelerin HPDÖ toplam puanları anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Lisans ve üzeri erkek hemşirelerin HPDÖ toplam puanı, alt boyutlarından sorumluluk, güvenlik ve otonomi puanları önemli düzeyde yüksek saptanırken (p<0,05); lisans ve üzeri kadın hemşirelerin otonomi puanları önemli düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,01). Sürekli gündüz çalışan erkek hemşirelerin HPDÖ toplam puanı, alt boyutlarından insan onuru, sorumluluk, harekete geçme puanları anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (p<0,05). Devlet hastanelerinde çalışan erkek hemşirelerin HPDÖ sorumluluk alt boyut puanı önemli düzeyde düşük belirlenmiştir (p<0,05). Sonuç: Kadın hemşireler erkek hemşirelere göre mesleki değerlere daha fazla önem vermektedir. Erkek hemşirelerin mesleki değerlerini etkileyen etmenler arasında eğitim durumu, çalışma şekli ve çalıştığı kurum belirleyici iken erkeklere göre göreli yüksek ve homojen olan kadın hemşirelerin mesleki değerlerinde eğitim durumu belirleyicidir.
Aim: This study aimed to determine the professional values of nurses and to examine the predictors of professional values by gender. Method: This descriptive study was conducted as an e-survey with 542 nurses in Turkey. The data were collected by using the Nurse Introductory Information Form and the Nurses’ Professional Values Scale (NPVS). Results: The NPVS total scores and the Action and Autonomy sub-dimension scores of the nurses with a bachelor's degree or higher, and the NPVS total score of the nurses working day shifts only were found to be significantly high (p<0.05). The NPVS total scores and the scores of Responsibility, Safety, and Autonomy sub-dimensions of male nurses with a bachelor's degree or higher were found to be significantly higher (p<0.05); the Autonomy scores of female nurses with a bachelor's degree or higher were found to be high (p<0.01). The NPVS total scores and the scores of the Human Dignity, Responsibility, and Action sub-dimensions of male nurses working day shifts only were found to be high (p<0.05). The NPVS Responsibility sub-dimension score of male nurses working in a state hospital was found to be low (p<0.05). Conclusion: Female nurses attach more importance to professional values than male nurses. While the predictors of the professional values in male nurses were educational status, type of work shift, and the type of institution they worked in, the educational status of female nurses, who a had relatively higher and more homogeneous level of professional values compared to men, were predictive of professional values.
İyi işleyen bir sağlık sistemine sahip olmak için yeterli sayıda ve uygun nitelikte hemşire istihdamı önemlidir. Hemşirelik bakımının niceliği ve niteliği; iş yeri fiziksel ortamından, destek hizmetlerinden, bilgi sistemlerinden, yönetim uygulamalarından, hemşirelerin eğitimlerinden ve deneyimlerinden, bakım sunum yöntemlerinden ve birimdeki hemşire sayısından etkilenmektedir. Bu farklı değişkenler dikkate alınarak birçok ölçüt geliştirilmiştir. Geliştirilen hemşire istihdam ölçütleri ülkelerin sağlık politikalarına uygun olarak kullanılmaktadır. Bu derlemenin amacı dünyadaki bazı ülkelerde ve Türkiye’de hemşirelerin istihdamında izlenen politikalara ilişkin bir çerçeve ortaya koymaktır.
For a well-functioning health system, employing a sufficient number of appropriately qualified nurses is essential. The quantity and quality of nursing care are affected by the physical conditions of the workplace, support services, information systems, administrative practices, training and experience of nurses, care delivery models, and the number of nurses in the unit. Many criteria have been developed considering these different variables. These criteria are used in line with the health policies of each country. The aim of this review is to offer a framework for the employment policies of nurses in the world and Turkey.
Amaç: Çalışmanın amacı, Türkiye’de personel güçlendirme konusunda hemşirelik ve işletme alanında yapılmış lisansüstü tezlerin özelliklerini incelemektir. Yöntem: Ulusal Tez Merkezinde kayıtlı, 1997- 2021 yılları arasında yapılan ve kabul etme ölçütlerini kapsayan, hemşirelik alanında 19, işletme alanında 183 olmak üzere toplam 202 lisansüstü tez araştırmacılar tarafından hazırlanan veri toplama formu kullanılarak incelenmiş ve tanımlayıcı istatistikler kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Hemşirelik ve işletme alanında incelenen tezlerin çoğunlukla yüksek lisans tezi olduğu, hemşirelik alanında işletmeye göre örneklem sayısının daha yüksek olduğu, hemşirelik alanında veri toplama aracı olarak en fazla “Yapısal Güçlendirme Ölçeği”, işletme alanında ise daha çok “Psikolojik Güçlendirme Ölçeği” kullanıldığı saptanmıştır. Hemşirelik alanında güçlendirme konusu ile birlikte daha çok iş performansı ve örgüt performansı, çalışma ortamı özellikleri, önder davranışları ve personel devri ve işte tutma konularının; işletme alanında ise örgütsel bağlılık, örgütsel özdeşleşme, güven, çalışma ortamı özellikleri, dönüşümcü liderlik ve insan kaynakları yönetimi konularının ele alındığı belirlenmiştir. Sonuç: Hemşirelik alanında örneklem sayısının daha yüksek tutulduğu, daha çok güçlendirmenin yapısal boyutunun ele alındığı, hemşire güçlendirmenin hemşire gereksinimleri ile ilişkilendirildiği sonucuna varılmıştır. Tezlerde personel güçlendirme konusunun derinlemesine irdelenmesini sağlayacak nitel araştırma yöntemlerinin kullanılması, hemşirelik alanında güçlendirmenin psikolojik boyutunun incelenmesi, personel güçlendirme ile ilişkili etmenlere değinilmesi önerilmektedir.
Aim: The aim of this study is to examine the characteristics of postgraduate theses in the field of nursing and business administration on employee empowerment in Turkey. Method: A total of 202 postgraduate theses, 19 in the field of nursing and 183 in the field of business administration, which were registered in the National Thesis Center between 1997-2021 and met the inclusion criteria, were examined using the data collection form prepared by the researchers and evaluated using descriptive statistics. Results: Within the scope of the review, it was determined that most of the theses examined in the field of nursing and business administration were master's theses, the number of samples was higher in the field of nursing than the business administration, the Structural Empowerment Scale was the most common data collection tool in the field of nursing, and the Psychological Empowerment Scale in the field of business administration. In the field of nursing, it was determined that empowerment was mostly discussed in relation to employee performance and organizational performance, work environment characteristics, leader behaviors, and employee turnover and retention, while in the field of business, organizational commitment, organizational identification, trust, work environment characteristics, transformational leadership, and human resource management are discussed. Conclusion: It was concluded that the number of samples was higher in the field of nursing, the structural dimension of empowerment was the most common subject, and nurse empowerment was associated with the needs of the nurses. It is recommended to use qualitative research methods that will provide an in-depth examination of employee empowerment in theses, to examine the psychological dimension of empowerment in the field of nursing, and to address the factors related to employee empowerment.