Amaç: Bu çalışmada COVİD-19 küresel salgını sürecinde hemşirelerin çalışma ortamındaki risklere yönelik tutumlarını etkileyen etmenlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu çalışma, 2021 yılının Şubat ve Mart ayları arasında Türkiye'de 402 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, "Kişisel Bilgi Formu, Hemşirelerin Çalışma Ortamı Risklerine Yönelik Tutumları Ölçeği ve İş Yükü Ölçeği"ni içeren çevrimiçi bir anket kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Regresyon analizi, hemşirelerin çalışma ortamındaki risklere yönelik tutumlarını etkileyen etmenlerin; kurum türü, cinsiyet, olası veya kesin tanılı COVID-19 hastalarıyla çalışma durumu, kişisel koruyucu ekipmana erişim, küresel salgın bağlamında koruyucu önlemlere ilişkin eğitim ve iş yükü olduğunu göstermiştir. Sonuçlar: Kurumsal ve bireysel etmenler hemşirelerin iş yeri risklerine yönelik tutumlarını etkilemektedir. Bu etmenler dikkate alınarak risk yönetimi uygulamalarının geliştirilmesine öncelik verilmelidir.
Aim: This study aimed to examine the factors affecting nurses’ attitudes towards risks in the work environment during the COVID-19 pandemic. Method: This descriptive and cross-sectional study was conducted with 402 nurses in Türkiye between February and March of 2021. Data were collected using an online questionnaire containing the “Personal Information Form,” the “Nurses' Attitudes Towards Work Environment Risks Scale,” and the “Workload Scale.” Results: Regression analysis showed that the factors affecting nurses' attitudes towards risks in the work environment were: institution type, gender, status of working with COVID-19 patients with possible or definite diagnosis, access to personal protective equipment, training on protective measures in the context of the pandemic, and workload. Conclusions: Institutional and individual factors affect nurses' attitudes towards workplace risks. The development of risk management practices should be prioritized by taking these factors into consideration.
Amaç: Çalışma hemşirelerde meslektaş dayanışmasını etkileyen mesleki ve bireysel özelliklerin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı türde yapılmıştır. Yöntem: Çalışma bir Devlet Hastanesinde 210 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, tanımlayıcı anket formu ve Hemşirelerde Meslektaş Dayanışması Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Verilerin analizinde Mann- Whitney U, Kruskal- Wallis ve Dunun- Bonferroni testi kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin, Duygusal Dayanışma, Akademik Dayanışma, Dayanışma ile İlgili Olumsuz Düşünceler alt boyutlarından ve ölçek toplamından aldıkları ortalama puanlar sırasıyla; 39,91 (SS=4,34), 38,24 (SS=4,78), 18,64 (SS=4,67) ve 96,80 (SS=10,20)’dır. Hemşirelerin yaş, medeni durum, çocuk, aile tipi, birlikte yaşadıkları kişiler, kardeş, baba eğitimi, meslektaşlardan gerekli desteği görme durumu göre Hemşirelerde Meslektaş Dayanışması Ölçeği toplam puanlarında farklılık saptanmamıştır. Meslektaş dayanışması düzeyi kadın olma, mesleği sevme ve görev pozisyonundan memnuniyetten olumlu etkilenmektedir. Erkeklerin, anne eğitim durumu düşük olanların, poliklinikte çalışanların, sağlık meslek lisesi mezunlarının dayanışma ile ilgili olumsuz düşünceleri fazladır. Büyükşehirde yaşayan, mesleğini seven, görev pozisyonundan memnun olanların hem akademik hem de duygusal dayanışma düzeyleri yüksektir. Ayrıca arkadaşlarıyla yaşayanların duygusal dayanışma; branş hemşirelerinin ve derneğe üye olanların da akademik dayanışma düzeyleri daha yüksek bulunmuştur. Sonuç: Çalışma hemşirelerin meslektaş dayanışması genel puanının yüksek olduğunu, kadın olmak, çalıştığı pozisyondan memnun olmak ve mesleğini sevmenin meslektaş dayanışması düzeyini olumlu etkilediğini göstermiştir.
Aim: The study was conducted in a descriptive manner in order to examine the professional and individual characteristics that affect colleague solidarity in nurses. Method: The study was conducted with 210 nurses in a State Hospital. The data was obtained using a descriptive survey form and the Colleague Solidarity Scale in Nurses. Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis and Dunun-Bonferroni tests were used to analyze the data. Results: The average scores of nurses from the Emotional Solidarity, Academic Solidarity, Negative Thoughts About Solidarity sub-dimensions and the total scale are respectively; They are 39.91 (SD=4.34), 38.24 (SD=4.78), 18.64 (SD=4.67) and 96.80 (SD=10.20). No difference was found in nurses' total HMDS scores according to age, marital status, child, family type, people they live with, sibling, father's education, and receiving the necessary support from colleagues. The level of collegiality is positively affected by being a woman, liking the profession, and satisfaction with the position. Men, those with low maternal education, those working in outpatient clinics, and graduates of health vocational high schools have more negative thoughts about solidarity. Those who live in a metropolitan city, love their profession, and are satisfied with their position have high levels of both academic and emotional solidarity. In addition, emotional solidarity of those who live with friends; The academic solidarity levels of branch nurses and association members were also found to be higher. Conclusion: The study showed that nurses' general collegiality score was high, and being a woman, being satisfied with their position and loving their profession positively affected the level of collegiality.
Amaç: Araştırmanın amacı, hemşireliğin geleceğine yönelik algıyı belirlemede kullanılmak üzere “Hemşireliğin Geleceğine Yönelik Algı Ölçeği”ni geliştirmektir. Yöntem: Bu metodolojik çalışma, Nisan-Mayıs 2023 tarihleri arasında kartopu örnekleme yöntemi kullanılarak 401 sağlık profesyoneli ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan, “Kişisel Bilgi Formu” ve “Hemşireliğin Geleceğine Yönelik Algı Ölçeği Taslağı” kullanılarak çevrimiçi olarak toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı veri analizleri, Cronbach alfa güvenilirlik analizi, açıklayıcı faktör analizi (AFA) ve doğrulayıcı faktör analizi (DFA) kullanılmıştır. Bulgular: Katılımcıların; yaş ortalaması 27,53 (SS=8,18) yıl, %71,8’i kadın, %67,8’i lisans mezunu, %48,9’u hemşire, %34,7'si 1-5 yıllık mesleki deneyime sahiptir. 63 maddeden oluşan taslak ölçek, kapsam geçerliği sonucu 55 maddeye, psikometrik analizler sonucunda ise 31 maddeye düşmüştür. Araştırmada verilerin %50’lik bölümü ile AFA (201), kalan %50’lik bölümü ile DFA (200) uygulanmıştır. AFA esnasında toplam 24 madde analiz dışı bırakılmıştır. İki faktörlü yapının, toplam varyansın %50,6’sını açıklamış olup, faktör yapısı DFA ile doğrulanmıştır. Ölçek genelinin Cronbach alfa katsayısının 0,94 olduğu, Mesleki Değer Algısı alt boyutunun 0,94, Mesleki Değişim ve Gelişim Algısı alt boyutunun 0,93 olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmada, sağlık çalışanları ve öğrenciler üzerinde geçerlik güvenirliği yapılan “Hemşireliğin Geleceğine Yönelik Algı Ölçeğinin” 5’li Likert tipte ve toplam 31 maddeden oluştuğu, “Mesleki Değer Algısı, Mesleki Değişim ve Gelişim Algısı olmak üzere iki alt boyuta sahip olduğu, geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu sonucuna varılmıştır.
Aim: The aim of the research is to develop the Perception Scale for the Future of Nursing to be used to determine the perception of the future of nursing. Method: This methodological study was carried out between April and May 2023 with 401 health professionals using the snowball sampling method. The data were collected online using the Personal Information Form and the Draft Scale for the Future of Nursing, which were prepared by the researchers. Descriptive data analysis, Cronbach Alpha reliability analysis, explanatory factor analysis (EFA) and confirmatory factor analysis (CFA) were used in the analysis of the data. Results: The mean age of the participants was 27.53 (SD=8.18) years, 71.8% were female, 67.8% had a bachelor’s degree, 48.9% were nurses, 34.7% had 1-5 years of professional experience. The draft scale, which consisted of 63 items, decreased to 55 items as a result of the validity of the scope and to 31 items as a result of psychometric analysis. In the study, AFA (201) was applied with 50% of the data and CFA (200) was applied with the remaining 50%. A total of 24 items were excluded from the analysis during the AFA. The two-factor factor structure, in which the total variance was 50.6%, was confirmed by CFA. It was determined that the Cronbach Alpha coefficient of the scale was 0.94, the sub-dimension of Professional Value Perception was 0.94 and the sub-dimension of Professional Change and Development Perception was 0.93. Conclusion: It is of 5 Likert type and consists of a total of 31 items; it has been concluded that the Perception Scale for the Future of Nursing, which has two sub-dimensions Professional Value Perception, Professional Change and Development Perception, is valid and reliable.
Amaç: Bu çalışmada, uzaktan eğitim sürecinde hemşirelik son sınıf öğrencilerinin kişilik özellikleri ile mesleki hazır oluşluk algıları arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tipteki bu çalışma, 28 Mart-30 Temmuz 2023 tarihleri arasında kartopu örnekleme yöntemi ile ulaşılan 315 hemşirelik son sınıf öğrencisi ile yürütülmüştür. Veriler öğrencilerden, “Tanıtıcı Bilgi Formu, Hemşirelikte Mesleki Hazır Oluşluk Algısı Ölçeği ve On-Maddeli Kişilik Ölçeği kullanılarak çevrim içi olarak toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler (Yüzde, Ortalama, Standart Sapma), Bağımsız örneklem t testi, Tek Yönlü Varyans analizi ve Pearson Korelasyon analizleri kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin %56.8’inin uzaktan eğitim alarak tamamlanan derslerin mesleğe hazır oluşluklarını olumsuz etkilediğini bildirdiği ve %65.7’sinin hemşirelik mesleğini tekrar seçmek istemediği belirlenmiştir. Öğrencilerin mesleki hazır oluşluk algılarının yüksek düzeyde olduğu, kişilik özellikleri değerlendirildiğinde en fazla puan ortalamasının deneyime açıklık alt boyutuna ait olduğu belirlenmiştir. Ayrıca 10 Maddelik Kişilik Ölçeği ile Hemşirelikte Mesleki Hazır Oluşluk Algısı Ölçeği alt boyut puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Hemşirelik son sınıf öğrencilerinin uzaktan eğitim sürecinde mesleki hazır oluşluk algılarının yüksek düzeyde olduğu ve mesleki hazır oluşluk algıları ile kişilik özellikleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir.
Aim: This study aimed to examine the relationship between the personality traits of senior nursing students and their perceptions of professional readiness in the distance education process. Method: This descriptive and correlational study was conducted with 315 senior nursing students, who were reached using the snowball sampling method between March 28 and July 30, 2023. Data were collected online using the Descriptive Information Form, the Nursing Professional Readiness Perception Scale and the Ten-Item Personality Inventory. Descriptive statistical methods (Percentage, Mean, Standard Deviation), Independent samples t-test, One-Way Analysis of Variance, and Pearson Correlation analyses were used for data analysis. Results: It was determined that 56.8% of the students participating in the study reported that the courses completed through distance education negatively affected their professional readiness, and 65.7% were not willing to choose the nursing profession again. It was found that the students' perceptions of professional readiness were at a high level, and when their personality traits were evaluated, the highest average score was obtained from the openness to experience subscale. In addition, statistically significant relationships were found between the Ten-Item Personality Inventory and the sub-dimension scores of the Nursing Professional Readiness Perception Scale (p<0.05). Conclusion: It was determined that senior nursing students' perceptions of professional readiness in the distance education process were at a high level and there was a significant relationship between their perceptions of professional readiness and personality traits.
Amaç: Bu çalışma, hemşirelerin kişilik özelliklerinin yenilikçi davranışlar üzerine etkisinin araştırılması amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı, kesitsel ve ilişki arayıcı tipindedir. Araştırmanın evrenini 245 hemşire, örneklemini ise Haziran 2023-Ocak 2024 tarihleri arasında bir devlet hastanesinde çalışan 150 hemşire oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak “Bilgi Formu, On Maddeli Kişilik Ölçeği ve Bireysel Yenilikçilik Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler incelenmesinde; tanıtıcı özelliklerin sayı, yüzde dağılımları ve tanımlayıcı istatistikleri kullanılmıştır. Tek değişkenli analizlerde, Kruskal Wallis testi ve Pearson korelasyon analizi, çok değişkenli analizlerde ise çoklu regresyon analizi kullanılmıştır. Çalışma için etik kurul izni bir üniversitenin etik kurulundan alınmıştır. Bulgular: Bu çalışmada, dışa dönüklük, yumuşak başlılık, sorumluluk, duygusal dengelilik ve deneyime açıklık alt boyutları ile bireysel yenilikçilik ölçeği arasında olumlu yönde zayıf ilişki olduğu ve hemşirelerin bireysel yenilikçiliklerini yordayan en önemli kişilik özelliklerinin dışa dönüklük ve sorumluluk olduğu bulunmuştur. Hemşirelerin bireysel yenilikçilik düzeyleri ile dışa dönüklük ve sorumluluk alt boyutları arasında anlamlı fark olduğu (p<0,05), yenilikçi olan hemşirelerin ortalama puanlarının, kuşkucu olan hemşirelerin ortalama puanlarından daha yüksek olduğu saptanmıştır. Sonuç: Çalışmada hemşirelerin bireysel yenilikçiliklerini yordayan en önemli kişilik özellikleri dışa dönüklük ve sorumluluk olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda, hemşirelerin yenilikçiliğini desteklemek için sağlık kurumlarındaki yöneticilerin, kurumsal işe alma ve seçme süreçlerinde kişilik testlerini kullanmaları önerilmektedir.
Aim: This study was conducted to investigate the effect of nurses’ personality traits on innovative behaviors. Method: The population of this descriptive and cross-sectional and relationship seeking study included 245 nurses, with a sample size of 150 nurses worked in a state hospital between June 2023 and January 2024. Data collection tools were the Information Form, Ten-Item Personality Inventory, and Individual Innovativeness Scale. The number and percentage distributions and descriptive statistics of the descriptive characteristics were calculated. The Kruskal Wallis test and Pearson correlation analysis were used in univariate analysis, and multiple regression analyses were used in multivariate analyses. Ethical approval for the study was obtained from a university’s ethics committee. Results: In this study, it was found that there was a weak positive relationship between the sub-dimensions of extraversion, agreeableness, conscientiousness, emotional stability and openness to experience and the individual innovativeness scale, and significant predictors of individual innovativeness of nurses were extraversion and conscientiousness. It was found that there was a significant difference between the individual innovativeness levels of the nurses and the extraversion and conscientiousness sub-dimensions (p<0.05), and the mean scores of the innovative nurses were higher than the average scores of the skeptical nurses. Conclusion: The most important personality traits predicting nurses’ individual innovativeness were extroversion and responsibility. For this reason, it is recommended that managers in healthcare institutions include personality tests in their corporate recruitment and selection processes to encourage nurses’ innovation.
Ali Şefik Köprülü, Orçun Okur, Ersi Kalfoğlu, Haydar Sur doi: 10.54304/SHYD.2025.95914Sayfalar 53 - 60
Amaç: Sağlık sektöründe özel yatırımların ağırlığı gün geçtikçe artmaktadır. Ekonomik olarak kıt kaynakların en verimli şekilde kullanılması, işletmelerin başarılı olması yönetimin sorumluluğundadır. Çalışmada, İstanbul’daki özel hastanelerde yönetici olarak çalışan sağlık profesyonellerinde hastalık yükü ve sağlık profili kavramlarının bilinirliği ve bu verilerin yatırım kararına etkisinin irdelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmada yüz yüze ve çevrim içi uygulanan anket yöntemi seçilmiştir. Araştırmanın evrenini, İstanbul’daki 165 özel hastanede görevli olan Sağlık Bakanlığı verilerince 1155 yönetici oluşturmakta olup %95 güven aralığında örneklem büyüklüğü 116 kişi olarak hesaplanmıştır. Çalışma, toplam 122 sağlık yöneticisinin verisiyle tamamlanmıştır. Veriler, tanımlayıcı istatistiki yöntemlerle değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmada toplam 210 sağlık yöneticisine ulaşılmış olup geri dönmeyenler, yanıt vermeyenler ve yarım bırakanlar çıkarıldığında 122 kişiye ait veriyle çalışma tamamlanmıştır. Üst düzey yöneticilerin tümü hastalık yükü kavramını duyduklarını belirtirken, bunlardan %67’si bilgisinin kısıtlı olduğunu vurgulamıştır. Ancak aynı katılımcıların görev yaptıkları hastanenin bulunduğu bölgenin sağlık profili konusunda çok daha az bilgi sahibi olduğu saptanmıştır (%45). Yine aynı katılımcıların hastanenin hedef kitlesine yönelik sağlık profili çalışmalarına özel önem verdiği (%80) görülmüştür. Sonuç: Çalışmada, hastalık yükü ve sağlık profili kavramlarının yatırım kararını belirleyen somut göstergeler olarak son karar vericilerce tam olarak benimsenmediği saptanmıştır. Üst düzey yöneticilerin önemli bölümünün yatırım kararının ilk basamaklarından başlayarak yer almamasının ve sağlık kurumlarının geleneksel sermaye yapısının bunda önemli bir etmen olduğu düşünülmektedir.
Aim: Private investments in the healthcare sector are increasingly gaining prominence. The responsibility of utilizing scarce resources in the most efficient way, and thus the success or failure of businesses, primarily falls on management. In this study, we aimed to examine the awareness of healthcare professionals working as managers in private hospitals in Istanbul about the concepts of disease burden and health profile, and the impact of these data on investment decisions/planning. Method: In our research, the survey method conducted either face-to-face or online was chosen. The population of the study consists of the managers of 165 private hospitals in Istanbul. According to the Ministry of Health data, the population of the study is 1,155 people, and the sample size was calculated as 116 people with a 95% confidence interval. The data were evaluated using statistical methods appropriate for the type of data. Results: In our study, data from 122 individuals were evaluated after excluding non-respondents, those who did not answer, and those who left the survey incomplete, out of a total of 210 health managers reached. All senior managers reported that they had heard of the concept of disease burden, with 67% of them stating that their knowledge was limited. However, it was found that these same participants had much less knowledge about the health profile of the region where their hospital is located (45%). Moreover, these participants attached great importance to health profile studies aimed at the hospital's target audience (80%). Conclusion: Our study concluded that the concepts of disease burden and health profile are not fully adopted as concrete parameters influencing investment decisions by the ultimate decision-makers. We believe that a significant factor in this is the fact that a large proportion of senior managers are not involved in the initial stages of the investment decision process and the traditional capital structure of healthcare institutions.
Amaç: Çalışma, hemşirelerin sosyodemografik özelliklerinin ve örgüt kültürünün meslektaş dayanışmasına etkisini ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Bu tanımlayıcı çalışma, Aralık 2016- Aralık 2017 tarihleri arasında, İstanbul ili sınırları içinde yer alan dört hastanede, en az bir yıldır çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 343 hemşire üzerinde yapılmıştır. Veriler, “Sosyodemografik Soru Formu”, “Denison Örgüt Kültürü Ölçeği” ve “Hemşirelerde Meslektaş Dayanışması Ölçeği” olmak üzere üç bölümden oluşan veri toplama aracı ile toplanmıştır. Veri analizinde, tanımlayıcı analizler, Pearson korelasyon analizi ve çoklu regresyon analizi (backward yöntemi) kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin meslektaş dayanışmasının iyi düzeyde olduğu, örgüt kültürü düzeylerinin ise ortalamanın üzerinde olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin Denison Örgüt Kültürü toplam puanları ile Hemşirelerde Meslektaş Dayanışması toplam puanı, duygusal dayanışma, akademik dayanışma ve dayanışma ile ilgili olumsuz düşünceler alt boyut puanları arasında orta düzeyde ve pozitif yönde bir ilişki olduğu, ilişkinin istatistiksel olarak çok ileri düzeyde anlamlı olduğu belirlenmiştir (r= 0,36, p<0,001). Yapılan regresyon analizinde hemşirelerde meslektaş dayanışma toplam puanına etkili olan değişkenler; DÖKÖ katılım alt boyut puanı, kurum türü (p<0,001), meslekte çalışma süresi ve çalışma birimi (p<0,05) şeklindedir. Dört değişkenin hemşirelerde meslektaş dayanışma toplam puanına ait değişimi (varyansı) %20 oranında açıklamaktadır. Sonuç: Hemşireler arasında meslektaş dayanışmasının sağlanması hemşire ve hasta sonuçlarını olumlu etkileyeceği için yönetici hemşirelerin meslektaş dayanışmasını destekleyici örgüt kültürü uygulamalarını benimsemeleri ve hemşireler arasında meslektaş dayanışması tutumunu destekleyici stratejileri geliştirmesi yararlı olabilir.
Aim: The aim of the study was to reveal the effect of sociodemographic characteristics of nurses and organizational culture on colleague solidarity. Method: This descriptive study was conducted between December 2016 and December 2017 on 343 nurses who had been working in four hospitals in Istanbul province for at least one year and who agreed to participate in the study. Data were collected with a data collection tool consisting of three parts: "Sociodemographic Questionnaire", "Denison Organizational Culture Scale" and "Colleague Solidarity in Nurses Scale". In data analysis, descriptive analyses, Pearson correlation analysis and multiple regression analysis (backward method) were used. Results: It was determined that the nurses had a good level of collegial solidarity, and their level of organizational culture was above average. It was determined that there was a moderate and positive relationship between the Denison Organizational Culture total scores of the nurses and the total score of Colleague Solidarity in Nurses, emotional solidarity, academic solidarity and negative thoughts about solidarity sub-dimension scores, and the relationship was statistically highly significant (r= 0.36, p<0.001).In the regression analysis, the variables affecting the total score of collegial solidarity in nurses were as follows: the involvement sub-dimension of Denison Organizational Culture Scale, institution type (p<0.001), working time in the profession and working unit (p<0.05). Four variables explained the change (variance) of the total score of colleague solidarity in nurses by 20%. Conclusion: Since ensuring collegiality among nurses will positively affect nurse and patient outcomes, it may be useful for nurse managers to adopt organizational culture practices that support collegiality and to develop strategies that support the attitude of collegiality among nurses.
Amaç: Bu çalışmada, COVID-19 küresel salgınının hemşireler üzerindeki etkilerini fenomenolojik bir yaklaşımla incelemek amaçlanmıştır. Yöntem: Nitel bir araştırma tasarımıyla gerçekleştirilen çalışmanın evrenini, Ocak-Mart 2024 tarihleri arasında bir devlet hastanesinde çalışan, COVID-19 küresel salgını sürecinde hasta bakımında bulunan ve araştırmaya katılmaya gönüllü olan hemşireler oluşturmuştur. Araştırmada amaçlı örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Veriler yüz-yüze derinlemesine görüşme yapılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde içerik analizi yöntemi uygulanmış olup çalışmada etik ilkelere uyulmuştur. Bulgular: Araştırmaya katılan 15 hemşirenin yaş ortalamaları 31,2 (SS=6,5), hemşirelik deneyimi 9,2 (SS=6,6) yıldır. COVID-19 küresel salgınının hemşireler üzerindeki etkileri ile ilgili 685 kod, 12 alt tema ve 6 tema oluşturulmuştur. Bu temalar; çalışma yaşamına etkileri, psikolojik etkileri, sosyal etkileri, fiziksel etkileri, aile yaşantısına etkileri, ekonomik etkileridir. Sonuç: COVID-19 küresel salgınının hemşirelerin çalışma yaşamları, aile yaşantıları, psikolojik, sosyal, fiziksel ve ekonomik durumları üzerinde olumlu ve olumsuz olarak pek çok etkisi olduğu belirlenmiştir.
Aim: It is aimed to examine the effects of the COVID-19 pandemic on nurses with a phenomenological approach. Method: The population of the study, which preferred a qualitative research design, consisted of nurses who worked in a public hospital between January and March 2024, actively cared for patients during the COVID-19 pandemic, and volunteered to participate in the research. Purposive sampling method was used in the research. Data were collected by face-to-face in-depth interviews. Content analysis method was applied to analyze the data. Ethical principles have been complied with. Results: In the research where 15 nurses participated, their average age was 31.2 (SD=6.5) years and their nursing experience was 9.2 (SD=6.6) years. 685 codes, 12 categories and 6 themes were created regarding the effects of the COVID-19 pandemic on nurses. These themes; effects on working life, psychological effects, social effects, physical effects, effects on family life and economic effects. Conclusion: It has been determined that the COVID-19 pandemic has many positive and negative effects on nurses' working lives, family lives, psychological, social, physical and economic areas.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Sağlık Yönetimi ile Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğrencilerinin strateji kavramına ilişkin algılarının metaforlar yolu ile incelenmesidir. Yöntem: Araştırmaya bir vakıf üniversitesinin iki farklı lisans programında 2022-2023 eğitim-öğretim yılı güz döneminde öğrenim görmekte olan toplam 91 öğrenci katılmıştır. Araştırmanın verileri “Strateji…. gibidir; çünkü,….” tümcesinin tamamlanmasıyla elde edilmiştir. Verilerin analizinde nitel araştırma yöntemlerinden fenomenolojik analiz tercih edilmiştir. Verilerin analizinde MAXQDA 2020 programından yararlanılmıştır. Bulgular: Araştırma sonucunda öğrencilerin strateji kavramını oldukça çeşitli metaforlarla belirttikleri görülmüştür. Birbirinden farklı 64 metafor geliştirilmiş olup bu metaforlar 11 farklı kategori altında toplanmıştır. Metaforların en çok yoğunlaştığı kategori oyun kategorisidir. Öğrenciler stratejiyi en çok satranç, yol ve hayat kavramlarına benzetmişlerdir. Sonuç: Araştırmaya katılan öğrencilerin stratejiyi, zihinde oluşturulan, kurumlara yol gösteren ve yetkinliklerini kullanmalarını gerektiren bir tür oyun olarak gördükleri sonucuna ulaşılmıştır. Stratejinin algılanışına dair elde edilen sonuçların; sağlık sektöründe çalışan yöneticilere, insan kaynakları uzmanlarına ve alanda çalışan araştırmacılara eğitim programlarının geliştirilmesi ve örgütlerde daha etkili strateji uygulamalarının geliştirilmesi açısından yol gösterici olacağı düşünülmektedir.
Aim: The aim of this research is to examine the perceptions of Health Management and Nutrition and Dietetics Department students regarding the concept of strategy through metaphors. Method: A total of 91 students studying in the fall semester of the 2022-2023 academic year in two different undergraduate programs of a foundation university participated in the research. The data of the research was obtained by completing the sentence “Strategy is like… because,…” Phenomenological analysis, one of the qualitative research methods, was preferred in the analysis of the data. The MAXQDA 2020 program was used in the analysis and visualization of the data. Results: As a result of the research, it was seen that the students expressed the concept of strategy with quite a variety of metaphors. 64 different metaphors were developed, and these metaphors were grouped under 11 different categories. The category where metaphors were most concentrated is the game category. Students mostly compared strategy to chess, road and life concepts. Conclusion: It was concluded that the students participating in the research saw strategy as a kind of game that is created in the mind, guides institutions and requires them to use their competencies. It is thought that the results obtained regarding the perception of strategy will guide managers working in the health sector, human resources specialists and researchers working in the field in terms of developing training programs and developing more effective strategy applications in organizations.
Amaç: Psikolojik sağlamlık, bir kişinin hayatta karşılaştığı zorluklarla başa çıkabilme becerisini içeren bir süreçtir. Hemşireler, sağlık sektöründe önemli bir role sahip olup stresli ve talepkar bir çalışma ortamında hizmet vermektedirler. Bu çalışmanın amacı, hemşirelerin psikolojik sağlamlık düzeylerinin saldırganlık üzerindeki etkisini anlamaktır. Yöntem: Çalışmanın örneklemini bir tıp fakültesi hastanesinde görev yapan 278 hemşire oluşturmuştur. Araştırmada psikolojik sağlamlığı ölçmek için “Kısa Psikolojik Sağlamlık Ölçeği”, saldırganlığı ölçmek için ise “Saldırganlık Ölçeği” kullanılmıştır. Araştırmada derlenen veriler betimsel istatistikler, Pearson korelasyon ve basit doğrusal regresyon ile analiz edilmiştir. Bulgular: Psikolojik Sağlamlık Ölçeğinin ortalama puanı 3,16 olarak bulunmuştur. Saldırganlık Ölçeği için ortalama puan; 2,45, fiziksel saldırganlık alt boyutu için 2,04, öfke alt boyutu için 2,50, düşmanlık alt boyutu için 2,59 ve sözel saldırganlık alt boyutu için 2,71 olarak bulunmuştur. Korelasyon analizine göre psikolojik sağlamlık ile saldırganlık arasında negatif yönde anlamlı çok zayıf bir ilişki vardır. Psikolojik sağlamlık ve saldırganlık arasındaki regresyon analizi sonuçlarına göre, psikolojik sağlamlık düzeyindeki artış saldırganlık düzeyi üzerinde negatif bir etkiyle ilişkilendirilmiştir. Sonuç: Çalışma sonucunda hemşirelerin mesleki yıl ve tecrübeleri arttıkça, psikolojik sağlamlık düzeylerinin de arttığı saptanmıştır. Bu, mesleki deneyimin psikolojik sağlamlık üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca psikolojik sağlamlık düzeyi yüksek olan bireyler genellikle daha az saldırganlık gösterirken, saldırganlık düzeyi arttıkça fiziksel saldırganlık, öfke, düşmanlık ve sözel saldırganlık düzeyleri de artmaktadır.
Aim: Psychological resilience is a process that includes a person's ability to cope with the difficulties they face in life. Nurses have an important role in the health sector and serve in a stressful and demanding work environment. The aim of this study is to understand the effect of nurses' psychological resilience levels on aggression. Method: The sample of the study consisted of 278 nurses working in a medical faculty hospital. The “Brief Psychological Resilience Scale” was used to measure psychological resilience and the “Aggression Scale” was used to measure aggression. The data collected in the study were analyzed with descriptive statistics, Pearson correlation and simple linear regression. Results: Psychological Resilience Scale was found to be 3.16. Mean score for Aggression Scale; It was found to be 2.45, 2.04 for the Physical Aggression sub-dimension, 2.50 for the Anger sub-dimension, 2.59 for the Hostility sub-dimension and 2.71 for the Verbal Aggression sub-dimension. According to the correlation analysis, there is a very weak negative significant relationship between psychological resilience and aggression. According to the results of the regression analysis between psychological resilience and aggression, an increase in the level of psychological resilience is associated with a negative effect on the level of aggression. Conclusion: As a result of the study, it was determined that as the professional years and experience of nurses increased, their psychological resilience levels also increased. This shows that professional experience has a positive effect on psychological resilience. In addition, individuals with high levels of psychological resilience generally show less aggression, while as the level of aggression increases, the levels of physical aggression, anger, hostility and verbal aggression also increase.
Amaç: Çalışma, hemşirelik öğrencilerinin şiddet görme korkusunun ve mesleki güdülenme düzeylerinin bireysel özelliklerine göre farklılık gösterme durumlarının ve şiddet görme korkusu ile mesleki güdülenme düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Bu araştırma, tanımlayıcı ve ilişki arayıcı bir tasarıma sahip olup, veriler İstanbul ilindeki bir vakıf üniversitesinde eğitim gören 172 hemşirelik öğrencisinin katılımıyla, Ocak – Ekim 2024 tarihleri arasında toplanmıştır. Veri analizi, SPSS 25.0 istatistiksel paket programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Tanımlayıcı istatistikler, frekans ve yüzde dağılımlarının hesaplanması yoluyla elde edilmiştir. İlişkisel analizlerde ise Pearson korelasyon katsayısı kullanılmıştır. Veri toplama aracı olarak, Kişisel Bilgi Formu, "Şiddet Görme Korkusu Ölçeği" ve "Güdülenme Kaynakları ve Sorunları Ölçeği" uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar, %95 güven aralığı ve p<0,05 anlamlılık düzeyine göre değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmada, kadınların erkeklere göre daha fazla şiddet görme korkusu yaşadığı (p<0,05), 1. sınıflar ile 3. sınıflar arasında korku düzeylerinde anlamlı bir fark bulunduğu, 3. sınıfların korku düzeylerinin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bölümü isteyerek seçenlerin güdülenme düzeyleri daha yüksek (p<0,05) iken mezuniyet sonrası farklı bir iş yapmak istemeyenlerin güdülenme düzeyi de daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Şiddet görme korkusu ile güdülenme düzeyleri arasında olumsuz bir ilişki saptanırken (r=-0,202, p<0,01), içsel ve dışsal güdülenme ile güdülenme sorunları arasında düşük düzeyde olumsuz ilişkiler saptanmıştır. Sonuç: Hemşirelik öğrencilerinin şiddet görme korkusu, mesleki güdülenme düzeylerini olumsuz etkileyebilmekte ve bu korku özellikle kadınlar, üst sınıf öğrenciler ve daha önce şiddetle karşılaşan bireylerde daha yüksek düzeyde görülmektedir. Şiddet görme korkusunu azaltmaya yönelik psikososyal destek programları ve güvenli çalışma ortamlarının oluşturulması, hemşirelik öğrencilerinin mesleki güdülenmesini artırabilmektedir.
Aim: The aim of this study is to determine whether the fear of violence and professional motivation levels of nursing students differ according to their demographic characteristics and the relationship between the fear of violence and professional motivation levels. Method: This study follows a descriptive and correlational design, and the data were collected from 172 nursing students enrolled at a private university in Istanbul, between January and October 2024. Data analysis was performed using SPSS 25.0 statistical software. Descriptive statistics were obtained through frequency and percentage distributions. Correlational analysis was conducted using Pearson correlation coefficient. The data collection instruments included the Personal Information Form, the "Fear of Violence Scale," and the "Motivation Sources and Problems Scale." The results were evaluated at a 95% confidence interval with a significance level of p<0.05. Results: Women experience more fear of violence compared to men (p<0.05). A significant difference was found between the fear levels of first-year and third-year students, with third-year students showing higher fear levels. Students who chose the department willingly have higher motivation levels (p<0.05). Those who do not want to work in a different job after graduation also have higher motivation levels (p<0.05). A negative relationship was found between fear of violence and motivation levels (r=-0.202, p<0.01). Additionally, low-level negative relationships were observed between intrinsic and extrinsic motivation and motivation-related problems. Conclusion: Nursing students' fear of violence can negatively affect their occupational motivation, with this fear being more prevalent among women, upper-year students, and those who have previously experienced violence. Implementing psychosocial support programs and creating safe working environments can help reduce fear of violence and enhance nursing students' occupational motivation.
Amaç: Araştırmanın amacı hemşirelerde psikolojik esneklik (PE), yaşam doyumu (YD) ve işten ayrılma niyeti arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Yöntem: Bu araştırma tanımlayıcı ve korelasyonel bir araştırmadır. Veriler “Tanıtıcı Bilgi Formu, Psikolojik Esneklik Ölçeği (PEÖ), Yaşam Doyumu Ölçeği (YDÖ) ve Hemşire İşten Ayrılma Niyeti Ölçeği (HİANÖ)” kullanılarak toplanmıştır. Tanımlayıcı istatistikler yüzde, ortalama, standart sapma ve minimum ve maksimum değerler olarak sunulmuştur. Ölçeklerin toplam puanlarını karşılaştırmak için Pearson korelasyon analizi yapılmıştır. Bulgular: Mesleğini isteyerek seçmeyen katılımcıların HİANÖ puanları anlamlı derecede daha yüksek (p < 0,05) bunulmuştur. Mesleğini isteyerek seçen katılımcıların PEÖ ve YDÖ toplam puanları anlamlı derecede daha yüksek belirlenmiştir (p<0,05). HİANÖ ve PEÖ puanları arasında zayıf bir olumsuz ilişki olduğu saptanmıştır. Ayrıca HİANÖ ve YDÖ puanları arasında zayıf olumsuz ilişki bulunmuştur. Bu çalışmada katılımcıların PE, YD ve işten ayrılma niyeti düzeyleri orta düzeyde olup mesleği isteyerek seçip seçmediklerinden etkilenmektedir. Sonuç: Hemşirelerin PF ve LS'leri azaldıkça, işten ayrılma niyetleri artmaktadır.
Aim: The aim of the study was to determine the relationship between Psychological flexibility (PF), Life Satisfaction (LS) and turnover intention among nurses. Method: This is a descriptive and correlational research. The data were collected using the Demographic Information Form, Psychological Flexibility Scale (PFS), Satisfaction with Life Scale (SWLS), and Nurse Turnover Intention Scale (NTIS). Descriptive statistics are presented as percentages, mean, standard deviation, and minimum and maximum values. Pearson correlation analysis was conducted to compare the total scores of the scales. Results: Participants who did not chose their profession willingly had significantly higher NTIS scores (p < 0.05). Participants who chose their profession willingly had significantly higher PFS and SWLS total scores (p<0.05). There is a weak negative correlation between the NTIS and PFS scores. Furthermore, there was a weak negative correlation between the NTIS and SWLS scores. Participants’ levels of PF, LS, and turnover intention were moderate in this study, and they were influenced by whether or not they willingly selected the profession. Conclusion: As nurses' PF and LS decrease, their turnover intention increases.
Amaç: Hemşirelik öğrencilerinin akademik öz yeterlilik, klinik karar verme düzeyi ve klinik uygulamalara yönelik tutumu arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türdeki çalışmanın verileri 1 Kasım-31 Aralık 2023 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmanın örneklemini bir kamu üniversitesinde öğrenim gören 266 hemşirelik öğrencisi oluşturmuştur. Veriler, “Öğrenci Tanıtım Formu, Lisans Düzeyinde Hemşirelik Öğrencilerinde Akademik Öz Yeterlilik Ölçeği, Hemşirelikte Klinik Karar Verme Ölçeği ve Hemşirelik Öğrencilerinde Klinik Uygulamalara Yönelik Tutum Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiksel testler, bağımsız gruplar t-testi, tek yönlü ANOVA testi ve Pearson korelasyon testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada öğrencilerin Akademik Öz Yeterlilik Ölçeği toplam puan ortalaması 51,86 (SS: 5,91), Klinik Karar Verme Ölçeği toplam puan ortalaması 93,42 (SS: 13,83) ve Klinik Uygulamalara Yönelik Tutum Ölçeği toplam puan ortalaması 96,86 (SS: 12,96) bulunmuştur. Öğrencilerin akademik öz yeterlilikleri ile klinik karar verme düzeyleri arasında olumsuz yönde zayıf düzeyde ilişki (r=-0,407; p<0,001), akademik öz yeterlilikleri ile klinik uygulamalara yönelik tutumları arasında olumlu yönde zayıf düzeyde ilişki saptanmıştır (r=0,309; p<0,001). Öğrencilerin klinik karar verme düzeyleri ile klinik uygulamalara yönelik tutumları arasında olumsuz yönde zayıf düzeyde anlamlı ilişki belirlenmiştir (r=-0,481; p<0,001). Sonuç: Öğrencilerin akademik öz yeterliliklerinin artmasının klinik uygulamalara yönelik olumlu tutumlarını arttığı ve klinik karar verme düzeylerini azalttığı saptanmıştır. Hemşirelik eğitimi programlarına kuramsal ve uygulamalı eğitim arasındaki dengeyi sağlamaya yönelik ders içerikleri eklenmesi önerilmektedir.
Aim: The aim of this study is to examine the relationship between nursing students' academic self-efficacy, clinical decision-making level and attitude towards clinical practice. Method: The data of the descriptive and relationship-seeking study were collected between November 1 and December 31, 2023. The sample of the study consisted of 266 nursing students studying at a public university. The data were collected using the Student Introduction Form, the Academic Self-Efficacy Scale for Undergraduate Nursing Students, the Clinical Decision-Making Scale in Nursing, and the Attitude Scale for Clinical Practices in Nursing Students. Data were analyzed using descriptive statistics, independent t-tests, one-way ANOVA, and Pearson correlation tests. Results: In the study, the average score of the students from the scales was 51.86 (SD: 5.91) on the Academic Self-Efficacy Scale, 93.42 (SD: 13.83) on the Clinical Decision-Making Scale and 96.86 (SD: 12.96) on the Attitude Scale towards Clinical Practices, respectively. There was a weak negative correlation between students' academic self-efficacy and clinical decision-making levels (r=-0.407; p<0.001), and a weak positive correlation between their academic self-efficacy and their attitudes towards clinical practice (r=0.309; p<0.001). A weak negative correlation was found between students' clinical decision-making levels and their attitudes towards clinical practices (r=-0.481; p<0.001). Conclusion: It was found that increasing students' academic self-efficacy increased their positive attitudes towards clinical practice and decreased their clinical decision-making levels. It is recommended to add course contents to ensure the balance between theoretical and practical education in nursing curricula.
Amaç: Çalışmanın amacı; iş stresi, iş tatmini ve iş bağlılığı değişkenlerinin sessiz istifa üzerindeki etkileri incelenmektedir. Yöntem: Araştırma, kesitsel ve tanımlayıcı tipte olup 15 Ocak-27 Şubat 2024 tarihleri arasında Türkiye genelindeki farklı sağlık kurumlarında çalışan 224 sağlık çalışanının katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Veriler, çevrim içi ortamda toplanmıştır. Çalışmada örneklem hesaplamaları G-Power programında yapılmış, tanımlayıcı istatistikler, fark analizleri, Pearson korelasyon analizi ve çoklu doğrusal regresyon analizleri SPSS 27.0 paket programı ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılanların %65.6’sı kadın, %55.8’i evli, %48.6’sı lisans mezunu %42’si beş yıldan daha az deneyime sahip bireylerden oluşmaktadır. Sağlık çalışanlarında sessiz istifa ile iş stresi arasında olumlu ve orta düzeyde ilişki belirlenmiştir. Sessiz istifa ile iş tatmini arasında olumsuz yönde orta düzeyde ilişki ve çalışmaya tutkunluk arasında olumsuz yönde zayıf düzeyde ilişki bulunmuştur. Öte yandan iş stresi ile iş tatmini arasında olumsuz yönde orta düzeyde ilişki, iş stresi ile iş bağlılığı arasında olumsuz yönde zayıf düzeyde ilişki bulunmuştur. Son olarak iş tatmini ile iş bağlılığı arasında anlamlı olumlu ve zayıf düzeyde ilişki bulunmuştur. İş stresi, iş tatmini ve çalışmaya tutkunluk değişkenleri sessiz işten ayrılmanın %40,6'sını anlamlı şekilde açıklamaktadır. Sağlık çalışanlarının iş tatmin düzeyi sessiz istifa üzerinde olumsuz ve anlamlı bir etkiye sahipken, sağlık çalışanlarının iş stresi düzeyi sessiz istifa üzerinde olumlu ve anlamlı bir etkiye sahiptir. Sonuç: Çalışmada elde edilen bulgular genel olarak değerlendirildiğinde, iş tatmini ve iş stresinin sağlık çalışanlarında sessiz istifaya etki ettiği, ancak çalışmaya tutkunluğun etkilemediği görülmektedir.
Aim: The study examines the effects of work stress, job satisfaction and work engagement variables on silent resignation. Method: The study was cross-sectional and descriptive and was conducted between January 15 and February 27, 2024, with the participation of 224 healthcare professionals working in different healthcare institutions across Turkey. Data were collected online. Sample calculations in the study were made in the G-Power program; descriptive statistics, difference analyses, Pearson correlation analysis, and multiple linear regression analyses were performed with the SPSS 27 package program. Results: Of the participants in the study, 65.6% were female, 55.8% were married, 48.6% were undergraduate students, and 42% had less than five years of experience. A positive moderate relationship was found between quiet quitting and work stress in healthcare workers. A negative moderate relationship was found between quiet quitting and job satisfaction, and a negative weak relationship was found between work engagement. On the other hand, a negative moderate relationship was found between work stress and job satisfaction, and a negative weak relationship was found between work stress and work engagement. Finally, a significant positive and weak relationship was found between job satisfaction and work engagement. Work stress, job satisfaction, and work engagement variables significantly explain 40.6% of quiet quitting. While the job satisfaction level of healthcare workers has a negative and significant effect on silent resignation, the work stress level of healthcare workers has a positive and significant effect on silent resignation. Conclusion: When the findings obtained in the study are evaluated in general, it is seen that job satisfaction and work stress affect quiet quitting in healthcare workers, but work engagement does not.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, hemşirelerin bireysel yenilikçilik düzeyini belirlemek ve mesleki ve kişisel özellikler ile dönüşümcü önderliğin bireysel yenilikçilik üzerindeki etkisini incelemektir. Yöntem: Araştırma, kesitsel türde olup 315 hemşire üzerinde yürütülmüştür. Veriler, “Bireysel Yenilikçilik Ölçeği, Küresel Dönüşümcü Liderlik Ölçeği” ve hemşirelerin kişisel ve mesleki özelliklerine yönelik bilgi formu ile toplanmıştır. Verilerin analizi için t-test, one-way ANOVA, korelasyon ve regresyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin bireysel yenilikçilik puanı ortalaması 59,41 (SS=9,41) ile orta düzeyde bulunmuştur. Bireysel yenilikçilik düzeyi sınıflandırıldığında %2,9’unun "yenilikçi", %13,7’sinin “öncü”, %42,5’inin “sorgulayıcı” ve %34’ünün “kuşkucu” gurubunda yer aldığı belirlenmiştir. Bireysel yenilikçilik ile dönüşümcü önderlik arasında olumlu yönde, orta düzeyde anlamlı bir ilişki saptanmıştır (r=0,66; p<0,05). Mesleki ve kişisel değişkenler, bireysel yenilikçilik puanının toplam varyansının %47’sini açıklamıştır (R²=0,47; p<0,01). Dönüşümcü önderlik eklendiğinde bu oran %62’ye yükselmiştir (R²=0,62; ΔR²=0,15; p<0,01). Yaş, meslekte çalışma süresi ve eğitim değişkenleri bireysel yenilikçiliğin anlamlı yordayıcıları olarak belirlenmiştir (p<0,01). Sonuç: Araştırma bulguları, hemşirelerin bireysel yenilikçilik düzeylerinin geliştirilmesi bakımından açık bir alan olduğunu ve dönüşümcü önderliğin hemşirelerin yenilikçi davranışlarını desteklemede önemli bir rol oynayabileceğini göstermektedir. Sağlık kurumlarında dönüşümcü önderlik becerilerinin teşvik edilmesi ve hemşirelerin mesleki gelişimine yönelik yenilikçi eğitim programlarının yaygınlaştırılması önerilmektedir.
Aim: This study aims to determine the level of individual innovativeness among nurses and examine the effects of professional and demographic factors and transformational leadership on individual innovativeness. Method: The research was conducted as a cross-sectional study involving 315 nurses. Data were collected using the Individual Innovativeness Scale, Global Transformational Leadership Scale, and information form on socio-demographic and professional characteristics of nurses. Analyses included t-tests, One-way ANOVA, correlation, and regression. Results: The mean individual innovativeness score was 59.41 (SD=9.41), indicating a moderate level. Classification of innovativeness levels showed that 2.9% were "innovators," 13.7% were "early adopters," 42.5% were "late majority," and 34% were "laggards." A positive and moderate relationship was found between individual innovativeness and transformational leadership (r=0.66; p<0.05). Professional and demographic variables explained 47% of the total variance in individual innovativeness (R²=0.47; p<0.01), increasing to 62% when transformational leadership was included (R²=0.62; ΔR²=0.15; p<0.01). Age, years of experience, and education were significant predictors of individual innovativeness (p<0.01). Conclusion: The findings reveal a need to improve nurses’ innovativeness and highlight the critical role of transformational leadership in fostering innovative behavior. Promoting transformational leadership skills and implementing innovative professional development programs are recommended in healthcare settings.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, hemşirelerin mutluluğu ile hemşire yöneticilerinin dönüşümsel liderlik tarzı arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türde yapılmıştır. Araştırma, Türkiye'deki bir üniversite hastanesi ve bir devlet hastanesinde çalışan toplam 752 hemşireden çalışmaya gönüllü olarak katılan 474 hemşire ile yürütülmüştür. Veri toplamak için araştırmacılar tarafından literatür taranarak oluşturulan hemşire bilgi formu, “Dönüşümsel Liderlik Envanteri (TLE) ve Oxford Mutluluk Ölçeği Kısa Formu (OHQ-S)” kullanılmıştır. Bulgular: Yönetici hemşirelerin TLE puanı ortalaması 111,24 (SS=23,36), OHQ-S puanı ortalaması 24,93 (SS=4,26) olarak bulunmuştur. Yönetici hemşirelerin, TLE alt boyut puan ortalamaları ise yol göstermek 22,48 (SS=4,67), ortak bir vizyon oluşturmak 21,63 (SS=5,06), süreci sorgulamak 21,69 (5,04), personeli gelişimi konusunda cesaretlendirmek 23,09 (4,71), izleyicilerin başarılarını kutlayarak cesaretlendirmek 22,35 (SS=5,11) olarak belirlenmiştir. Çalışmaya katılan hemşirelerin OHQ-S puan ortalamaları ile yönetici hemşirelerin TLE puan ortalamaları arasında olumlu yönde orta düzeyde anlamlı ilişki bulunmuştur (r: 0,30, p<0,001). Sonuç: Yönetici hemşirelerin dönüşümsel liderlik puanı arttıkça hemşirelerin mutluluğunun da arttığı saptanmıştır.
Aim: The aim of this study is to determine the relationship between the happiness of nurses and the transformational leadership of nurse managers. Method: This study was conducted a descriptive and correlational design. The research was conducted with 474 nurses who volunteered to participate in the study out of a total of 752 nurses working in a university hospital and a state hospital in Türkiye. To collect data, a nurse information form created by the researcher by reviewing the literature, Transformational Leadership Inventory (TLI) and Oxford Happiness Questionnaire short (OHQ-S) form were used. Results: As a result of the study, the average total TLI score of the participants was found to be 111.24 (23.36), and the average total OHQ-S score was found to be 24.93 (SD=4.26). The average TLI sub-dimension scores of the manager nurses were found to be 22.48 (SD=4.67) for Modeling, 21.63 (SD=5.06) for Inspiring a shared vision, 21.69 (SD=5.04) for Challenging the process, 23.09 (SD=4.71) for Encouraging others to take action, and 22.35 (SD=5.11) for Encouraging the heart. A moderately significant positive correlation was found between the OHQ-S score averages of the nurses participating in the study and the TLI score averages (r: 0.30, p<0.001). Conclusion: It was found that as the TLI score of the nurse managers increased, the happiness of the nurses also increased.
Amaç: Bu çalışma, hemşirelerin iş-aile ve aile-iş çatışma düzeylerinin bireysel iş performanslarına etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tasarımda gerçekleştirilen bu çalışmanın örneklemini 305 hemşire oluşturmuştur. Veriler, “Kişisel Bilgi Formu, İş-Aile Çatışması Ölçeği, Aile-İş Çatışması Ölçeği ve Bireysel İş Performansı Ölçeği” kullanılarak çevrimiçi ortamda toplanmıştır. Tanımlayıcı istatistikler ile korelasyon analizleri ve çoklu doğrusal regresyon analizleri yapılmıştır. Bulgular: Yaş ortalaması 32,66 yıl olan hemşirelerin %83,6’sı kadın, %59,3’ü evli, %48,5’i lisans eğitimine sahiptir. Ölçek toplam puan ortalamaları İş-Aile Çatışması Ölçeğinde 30,12, Aile-İş Çatışması Ölçeğinde 24,41 ve Bireysel İş Performansı Ölçeğinde 54,26 bulunmuştur. İş-aile çatışması (r: -0,121) ve aile-iş çatışması (r: -0,170) ile hemşirelerin bireysel iş performansı arasında çok zayıf düzeyde olumsuz yönde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0,05). Ayrıca hemşirelerin bireysel iş performans algısını sırasıyla üniversite (β: 0,297) ve özel (β: 0,166) hastanede çalışmak olumlu yönde, Aile-İş Çatışması olumsuz yönde (β: -0,171) anlamlı şekilde etkilerken (p<0,05), İş-Aile Çatışmasının anlamlı etkisi olmamıştır (p>0,05)(R2: 0,088; F: 8,328; p<0,001). Sonuç: Hemşirelerin iş-aile çatışması algısı yüksek, aile iş çatışması algısı düşük ve bireysel iş performansı algısı yüksek bulunmuştur. Hemşirelerde aile-iş çatışma düzeyi arttıkça iş performansı algısı olumsuz etkilenmiştir. Üniversite hastanesinde ve özel hastanede çalışmak hemşirelerin iş performans algısını olumlu yönde etkilemiştir. Bu açıdan hemşirelere çatışmalarını azaltmak için çatışma yönetimi eğitimleri, iş performansını arttırmak için mesleki eğitimler yapılabilir.
Aim: This study was conducted to determine the effect of work-family and family-work conflict levels of nurses on their individual job performance. Method: The sample of this descriptive and correlational design study consisted of 305 nurses. Data were collected online using the Personal Information Form, Work-Family Conflict Scale, Family-Work Conflict Scale and Individual Job Performance Scale. Descriptive statistics, correlation analyses and multiple linear regression analyses were performed. Results: The mean age of the nurses was 32.66 years, 83.6% were female, 59.3% were married, and 48.5% had undergraduate education. The mean total scores of the scale were 30.12 in Work-Family Conflict Scale, 24.41 in Family-Work Conflict Scale and 54.26 in Individual Job Performance Scale. There is a very weak negative significant relationship between work-family conflict (r: -0,121) and family-work conflict (r: -0,170) and individual job performance of nurses (p<0,05). In addition, working at university (β: 0,297) and private (β: 0,166) hospitals positively (p<0,05), Family-Work Conflict negatively (β: -0,171), and Work-Family Conflict did not have a significant effect (p>0,05) (R2: 0,088; F: 8,328; p<0,001). Conclusion: Nurses had a high perception of work-family conflict, a low perception of family-work conflict and a high perception of individual job performance. As the level of family-work conflict increased in nurses, the perception of work performance was negatively affected. Working in a university hospital and a private hospital positively affected nurses' perception of work performance. In this respect, conflict management training can be given to nurses to reduce their conflicts and vocational training can be given to increase their job performance.
Amaç: Bu çalışma, COVID-19 küresel salgını sürecinde hemşirelerin iş stresi, iş doyumu ve bakım davranışı algıları arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tasarımdaki çalışma, Aralık 2020-Ocak 2021 arasında bir eğitim ve araştırma hastanesinde çalışan 261 hemşire ile yürütülmüştür. Veriler, “Tanımlayıcı Bilgi Formu”, “Hemşire İş Tatmin Ölçeği”, “İsveç Talep-Kontrol-Destek Anketi” ve “Bakım Davranışları Envanteri-24” ile toplanmıştır. Veriler; sayı, yüzde, ortalama ve standart sapma ile özetlenmiştir. Veriler, bağımsız gruplarda t-testi, ANOVA, Bonferroni testi, Pearson testi ve doğrusal regresyon testiyle analiz edilmiştir. Kurum izni, etik kurul onayı ve hemşirelerden yazılı onam alınmıştır. Bulgular: Hemşirelerin, “İsveç Talep-Kontrol-Destek Anketi, Hemşire İş Tatmin Ölçeği ve Bakım Davranışları Ölçeği-24” puanları sırasıyla 1,04 (SS=0,24), 3,35 (SS=0,53) ve 5,20 (SS=0,61) olarak bulunmuştur. Bakım davranışı ile iş stresi arasında zayıf derecede olumsuz ilişki (r= -0,19; p<0,05) ve iş doyumu arasında orta derecede olumlu ilişki (r=0,36; p<0,05) saptanmıştır. Hemşirelerin meslek seçimi, çalışma birimi, küresel salgın öncesinde çalışma ortamını değerlendirme, COVID-19 küresel salgını döneminde işten ayrılma niyeti ile Bakım Davranışları Ölçeği-24 toplam puanı arasında anlamlı bir fark bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışmada, hemşirelerin iş stresi düzeyinin düşük, iş doyumu ve bakım davranışı algı düzeylerinin yüksek olduğu belirlenmiştir.
Aim: This study was conducted to examine the correlation between nurses' perceptions of job stress, job satisfaction, and caring behavior during the COVID-19 pandemic. Method: The study, which has descriptive and correlational design, was conducted with 261 nurses working in a training and research hospital between December 2020 and January 2021. Data were collected with the "Descriptive Information Form", "Nurse Job Satisfaction Scale", "Swedish Demand-Control-Support Questionnaire" and "Caring Behavior Inventory-24". Data were summarized with number, percentage, mean, and standard deviation. Data were analyzed with t-test, ANOVA, Bonferroni test, Pearson test, and linear regression test in independent groups. Institutional permission, ethics committee approval, and written consent were obtained from the nurses. Results: The nurses' Swedish Demand-Control-Support Questionnaire, Nurse Job Satisfaction Scale and Caring Behavior Inventory-24 scores were found to be 1.04 (SD=0.24), 3.35 (SD=0.53) and 5.20 (SD=0.61), respectively. A weak negative correlation (r= -0.19; p<0.05) was found between the caring behavior and job stress, and a moderate positive correlation (r=0.36; p<0.05) was found between care behavior and job satisfaction. A significant difference was found between nurses' career choice, work unit, evaluation of the work environment before the pandemic, intention to leave work during the COVID-19 pandemic and the total score of the Caring Behaviors Inventory-24. Conclusion: In this study, it was determined that nurses' job stress level was low, and their job satisfaction and caring behavior perception levels were high.
Amaç: Çalışmada, ameliyat sonrası yoğun bakım ünitesine hasta teslimi sürecinde “Hasta Devir Teslim Aracı” kullanımına yönelik hemşirelerin memnuniyetinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve prospektif olan bu çalışma, bir şehir hastanesinde ameliyat sonrası, cerrahi yoğun bakımlarda, 15.07.2023-01.02.2024 tarihleri arasında, etik kurul izni ve kurum izni alındıktan sonra, çalışmaya katılmayı kabul eden 82 hemşire ile yapılmıştır. Araştırmacı tarafından oluşturulan ve uzman görüşü onayı alınan veri toplama araçları kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı ve ilişki arayıcı analizlerden yararlanılmıştır. Bulgular: Hasta teslim sürecinde kullanılan araçta bulunan maddelerin büyük ölçüde doldurulduğu belirlenmiştir. İzolasyon gerekliliği (%57,3) ve hastanın drenlerinin izlenmesine ilişkin belgelenme oranı (%67,1) kısmen düşük bulunmuştur. Çalışmaya katılan hemşirelerin %65,9’u yoğun bakım ünitesinde bu aracı kullanmaya devam etmek istediklerini, %96,3’ü aracın hastanın var olan durumunu anlamalarına yardımcı olduğunu ve %84,1’i olası komplikasyonları öngörmede yararlı olduğunu belirtmişlerdir. Hemşirelerin bazı tanıtıcı özellikleri ve devir teslim aracı kullanım memnuniyet düzeyleri arasında anlamlı farklar bulunmuştur. Araç kullanılarak yapılan devir teslim süresi, ortalama 115,48 saniye (≈1,92 dakika) bulunmuştur. Sonuç: Hemşireler, hasta teslim alma sürecinde hasta teslim aracını kullanmayı istediklerini belirtirken, araçla ilgili memnuniyet düzeyleri ile hemşirelerin tanıtıcı özellikleri arasında önemli ilişkiler olduğu belirlenmiştir.
Aim: The study aimed to evaluate the effectiveness of using a patient handover tool during the process of patient transfer to the intensive care unit after surgery. Method: This descriptive and prospective study was conducted with 82 nurses who consented to participate following ethical committee approval and institutional authorization at Bursa City Hospital between July 15, 2023, and February 1, 2024, in the surgical intensive care units. Data collection tools, developed by the researcher and validated by experts, were employed. Results: It was determined that the items on the tool used in the patient handover process were largely completed. However, the documentation rate for isolation requirements (57.3%) and monitoring of the patient's drains (67.1%) was found to be relatively low. The participating nurses reported that 65.9% wished to continue using the tool in the intensive care unit, 96.3% found it helpful in understanding the patient's current condition, and 84.1% stated that it was beneficial in predicting potential complications. Significant differences were found between certain sociodemographic characteristics of the nurses and their satisfaction levels with the use of the handover tool. The average handover duration guided by the tool was found to be 115.48 seconds (≈1.92 minutes). Conclusion: Nurses indicated a preference for utilizing the patient handover tool during the handover process. Furthermore, significant associations were identified between satisfaction levels with the tool and the socio-demographic characteristics of the nurses.
Robot hemşireler ve yapay zekâ tabanlı teknolojiler, hemşirelik uygulamalarında önemli bir dönüşüm sürecini beraberinde getirmiştir. Bu derleme çalışmasında, robot hemşirelerin tarihsel gelişimi, kullanım alanları, sağladıkları üstünlükler ve ortaya çıkan etik sorunlar kapsamlı şekilde incelenmiştir. Robot hemşireler, hemşirelerin iş yükünü azaltmak, hasta bakım kalitesini artırmak ve bulaşıcı hastalık riskini en aza indirmek amacıyla geliştirilmiştir. Özellikle küresel salgın döneminde hasta izlemi, ilaç uygulaması, dezenfeksiyon ve uzaktan bakım gibi görevlerde etkin şekilde kullanılmıştır. Yapay zekâ destekli bu sistemler, hasta verilerini analiz ederek klinik karar alma süreçlerine katkı sağlasa da etik yargıda bulunma, şefkat ve empati gibi insana özgü nitelikler bakımından sınırlılıklar taşımaktadır. Ayrıca kültürel farklılıklar, yüksek maliyetler, yetersiz yasal düzenlemeler ve teknolojik altyapı eksiklikleri, bu sistemlerin yaygınlaşmasını zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda, robot hemşirelerin insan merkezli bakımı tamamen devralmasından çok hemşirelik hizmetlerini destekleyici araçlar olarak değerlendirilmesi önerilmektedir.
Robotic nurses and artificial intelligence-based technologies have brought about a significant transformation in nursing practices. This review explores the historical development of robotic nurses, their areas of use, the advantages they offer, and the ethical concerns they raise. Robotic nurses have been developed to reduce nurses’ workload, improve the quality of patient care, and minimize the risk of infectious diseases. Especially during the COVID-19 pandemic, they played a vital role in tasks such as patient monitoring, medication administration, disinfection, and remote care. Although AI-supported systems contribute to clinical decision-making processes by analyzing patient data, they still exhibit limitations in terms of ethical reasoning, compassion, and empathy—qualities unique to human caregivers. Moreover, cultural differences, high implementation costs, insufficient legal regulations, and technological infrastructure deficiencies continue to hinder their widespread adoption. In this context, robotic nurses should be considered as supportive tools rather than replacements for human-centered care in nursing services.